112. (Yahudiler) Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar,
-(bunlardan) Allah’ın ipine (sarılanlar) ve insanların ipine sığınanlar dışında-
onlara zillet (zorluk ve horluk damgası) vurulacaktır. Onlar, Allah’tan (hak
ettikleri) bir gazaba uğramışlardır da üzerlerine aşağılanma (damgası)
basılmıştır. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmelerinden ve peygamberleri haksız
yere öldürmelerinden dolayıdır. (Yine) Bu, onların (dine ve elçilere) asi
olmalarından ve haddi aşmalarındandır.
Öyle bir kavim ki bu Yahudiler, tarih sahnesine hep BOZGUN ÇIKARARAK her
defasında hor ve zelil görüldüler. Kim bunlar? Hz. Yakup yani diğer adıyla
İsrail ve soyu. Hz. Yakub’un oğlu Yusuf... Hepimiz bu kıssayı biliyoruz. Kuyuya
atıldı, bir kervan tarafından kurtarıldı, Mısır’a götürüldü, Potifar’ın yanında
büyüdü, iftiraya uğradı, zindana atıldı vs vs. Sonuç, Mısır’da Kral Akhenaton’un
baş danışmanı ve ekonomiden sorumlu bakanı oldu.
Sonra ne oldu? Hz. Yusuf, tüm ailesini yani Yakup soyunu Mısır’a getirtti ve
Mısır, onları bağrına bastı, aziz gördüler... Kimin hatrına? Onları kuraklıktan
kurtaran Yusuf’un hatrına. Hz. Yusuf’tan ve Akhenaton’dan sonra Mısır’da kurulan
TEVHİD DİNİ, yani bilinen ilk tek tanrılı dinden sonra başa tekrar yeni
Firavunlar geçti. Önce çocuk kral Tutankhamon, sonra diğerleri... Yusuf’un ve
Akhenaton’un dinini unutturdular. İşte bu firavunlar, Yahudileri baskıyla
köleleştirdi. Onların ilk zilleti bu! İlk hor görülmesi!
Sonra Hz. Musa geldi, onları esaretten ve kölelikten kurtardı. Ama gördüğü ne
oldu: hep ihanet hep bozgunculuk... Samiri’nin yaptığı altın buzağıya taptılar,
Musa’ya indirilen savaş ayetlerine rağmen git dediler Musa’ya. Git, Rabbin ve
siz savaşın! Kendilerine verilen nimetlere burun büktüler. Hani o MAN vardı,
yani Allah tarafından indirilen KUDRET HELVASI. Sonra SELVA yani bıldırcın eti,
hepsi gökten iniyor, hiç zahmet etmiyorlar... Allah, onlara her kavim, her boy
için ayrı ayrı pınar, yani 12 Yahudi kabilesine karşılık toplam 12 pınar
fışkırtıyor falan. Ama hala gözleri doymuyor.
Bakara 61’de ne diyorlardı Musa’ya? Yâ mûsâ len nasbira alâ ta’âmin
vâhidin! Yani ey Musa, bize VAHİDİN yani TEK yemek çeşidi yetmez....
fed’u lenâ rabbeke... Rabbine dua et de!.... yuḣric lenâ mimmâ tunbitu-l-ardu
min baklihâ... Yeryüzünden BAKLA çıkarsın... vegissâ-ihâ....
Salatalık çıkarsın... vefûmihâ.... Sarımsak çıkarsın... ve’adesihâ...
Mercimek çıkarsın.... vebesalihâ.... Ve soğan çıkarsın! Yani bu kadar
hamdetmeyi bilmeyen bir ümmet!
Sonra İsa’dan önce 585... Babil kralı Nabukadnezar, Filistin’de kurulu olan,
başkenti KUDÜS olan YEHUDA devletini (Yehuda, hz. Yakub’un oğullarından birinin
adı... YAHUDİ kelimesi de burdan geliyor...) YEHUDA devletini yıkıyor ve
Yahudileri Filistin topraklarından sürüyor! Yine hor görülüş, yine zillet! 539
yılında Pers kralı Kiroş, Filistin’i ele geçirince Yahudilerin dönmesine izin
veriyor. Başlarında EZRA var yani bizim ÜZEYİR dediğimiz... 332 yılında Büyük
İskender’in fetihleri başlıyor ve YAHUDİLER dünyaya yayılıyor, güçleniyor. 100
yıl sonra Roma İmparatorluğu kuruluyor... Yahudiler, Filistin’den, yine sürgün
ediliyor... Yine zillet yine hor görülme, yine aşağılanma!
Sonra ne oluyor, İslam geliyor... Hz. Ömer zamanında 637 yılında Amr bin As
tarafından Filistin, fethediliyor. Yahudiler, yine yerleşiyor, Müslümanların
güvencesiyle... Cizye vererek... Nüfus’un %5’i Yahudi yani... 1099’da Haçlı
seferinde Kudüs işgal ediliyor ve Haçlı Krallığı kuruluyor. Yahudiler kovuluyor,
sonra Selahattin Eyyubi tarafından Kudüs tekrar ele geçiriliyor, Yahudiler geri
dönüyor. Son olarak 1516’da Filistin, 400 yıl boyunca Osmanlı egemenliğine
giriyor! Osmanlı da Yahudilere kucak açıyor yani himaye ediyor...
Osmanlı’nın son zamanlarında Thedor Herzl var. Duyduğunuz bir isim.
Sultan Abdulhamit’ten toprak istiyor. Teodor Herzl’den yaklaşık 30-40 yıl sonra Rusyalı
bir Yahudi olan Benesker var “Siyon’u Sevenler Derneği”ni (Choveye Zion) kuran. Ve bu derneğin
kuruluş amacını Benesker, aynen şöyle açıklıyordu:
“Şu an dünyadaki Yahudiler, HOR ve HAKİR, yabancı ve zelil (ayette geçtiği
gibi zillet altında). Bu yüzden dünyadaki tüm Yahudileri
teşkilatlandırmalıyız.”
Bu arada SİON (ki aslı ZİON’dur)... Sion kelimesi, Yeruşalim’de bulunan bir
dağın adı. İlginçtir, Matrix filminde hani o özgür bir şehir vardı makinelerin
nüfus edemediği, adı da ZİON’dur. SİYONİZM kelimesi de zaten burdan gelir, bunu
da ek bilgi olarak geçelim... İşte bu Benesker, İsrail Devleti’nin kuruluşunda
rol alanlardan biri.
Değinmek istediğim şu.... İşte tarih boyunca Yahudiler, sürekli kutsal
topraklar olarak bilinen Filistin’den kovulup kovulup tekrar geliyorlar. Ayette
geçtiği gibi, çoğunlukla zillet, hor görülme, aşağılanma ile! En son kim tarafından?
Adolf Hitler! İşte ayette geçtiği gibi Yahudiler, çoğu zaman zillet altındalar.
Niye zillet altındalar? Ayetleri inkar etmeleri ve kendilerine gönderilen
peygamberleri şehit etmeleri yüzünden!
Yahudilerin ÜSTÜN olduğu zamanlar, 2 DURUMDA. YA ALLAH’IN İPİNE YAPIŞTIKLARI
ya da DİĞER DEVLETLERİN YANİ İNSANLARIN HİMAYESİNE GİRDİKLERİ. Biri Allah’ın
ipi, diğeri insanların ipi! İnsanların ipi kim? Onları himaye eden ve
Filistin’de ya da kendi ülkelerinde yaşamalarına TABİİ CİZYE VERMELERİ ŞARTIYLA
izin veren Müslümanlar ve devletler! Pers kralı Kiroş, Büyük İskender, Hz. Ömer,
Selahaddin-i Eyyubi, sonra Osmanlı...
İşte ayette geçen benim anladığım “İNSAN İPİ” bunlar. Yani devletlerin, ülkelerin
himayesinde yaşadıkları zaman dilimi! Bugün kim? Amerika! Filistin’de bu kadar
zulmü bu kadar rahat nasıl işleyebiliyorlar? Niye bu şımarıklıkları? Amerika’ya
güveniyorlar! Ama kesinlikle ve kesinlikle ALLAH’IN İPİNE yapışmıyorlar.
111. ayette diyordu ya, Onlar size ezadan başka kesinlikle bir zarar
veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra
kendilerine yardım da edilmez. Yani öyle cesur bir ümmet cesur bir toplum
değil. Bugün Amerika çekilsin arkalarından görün bakın: Ne İsrail kalır ne
Yahudi kalır orda! Diyor ya ayette ARKALARINI DÖNÜP KAÇARLAR! Müslümanlarla
savaşamazlar! Kimseyle savaşamazlar! Niye bugün Filistin’de Müslümanlara karşı
üstünler?
113. (Gerçi) Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehlinden gece
vakti kıyama durup, Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapananlar da vardır.
Peki bunların hepsi bir mi? Değil! 113. ayette diyor ki Onların hepsi bir
değildir. Kitap Ehlinden gece vakti kıyama durup (namaza durup), Allah’ın
ayetlerini okuyarak secdeye kapananlar da vardır.
Yahudilikte ezan.
Evet, Yahudiler de namaz kılıyorlar, günde 3 vakit! Abdest alıyorlar onlar da
bizim gibi her namazdan önce. Onlar, namaza SALUT diyor ve namaz kılmak için
yapılan tapınaklara da SALUTAH diyorlar. Belki de Arapçada geçen SALAT kelimesi
ordan geliyordur bilmiyorum.
Ve bu insanlar, ayette HEPSİ BİR DEĞİLDİR dediği EHLİ KİTAP, bugün İsrail’in
zulmüne karşı duranlardan! “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” diyen ve Yahudi
buldozerlerinin karşısında cesaretle dikilen Rachel Corrie gibi. Kendisi
Hıristiyan bir aileden geldiği halde İsrail tarafına taş atıp boykot eden
Edward Said gibi. İsrail zulmüne başkaldıran Evrensel Dayanışma Hareketi
üyesi Yahudi aktivist Neta Golan gibi. Ve dünyada bugün 39 Yahudi
cemiyeti, İsrail’in zulmüne karşı seslerini yükseltiyor hatta İsrail’e ekonomik
yaptırım yapılmalıdır diyor. Örneğin Amerika’da “Barış için Yahudi Sesi”
cemiyeti, İsrail’de “Eşitlik için Akademisyenler” cemiyeti, Kanada’da “Bağımsız
Yahudi Sesi” cemiyeti, Almanya’da “Ortadoğu’da Adil Barış İçin Yahudi Sesi”
cemiyeti ve “Evrensel Dayanışma Hareketi” gibi.
114. Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, insanlara iyiliği
emrederler, onları kötülükten nehyederler ve onlar iyi kişilerdendir.
Ve işte diyor 114. ayet, onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar,
insanlara iyiliği emrederler, onları kötülükten nehyederler ve onlar iyi
kişilerdendir. Yani Ehli kitaptan bu gibi insanlar, sesleri bastırılsa bile bugün de iyiliği
emrediyor ve kötülükten alıkoymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Niçin?
Onlar da kendi düşüncelerine göre Allah’a iman ediyor! Allah’tan korkuyorlar!
Vicdanları var! Diyor ya Edward Said’e neden İsrail’e taş attın diye
sorduklarında... “Çocuklarım bana zulmün niçin karşısında yer almadın dediğinde
verebilecek bir cevabım olsun istedim.” Ve ayet diyor ki onlar için, ehl-i
kitabın bu kesimi için, “Veulâ-ike mine-ssâlihîn”, onlar salih
kullarımdandır, onlar iyiliği emredenlerdendir, iyi insanlardandır.
115. Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız
bırakılmayacaktır. Allah; yolunu, kendi kitabıyla bulanları çok iyi bilir.
Ve 115. Ayet, Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız
bırakılmayacaktır...
Uhud Savaşı
122. (Uhud gününde) O zaman sizden (mü’minlerden) iki grup,
(düşmanın çok üstün gücünden ürkerek) neredeyse ’çözülüp geri çekilmeye’
yönelmişti. Oysa Allah onların (velisi) destekçisiydi. Artık mü’minler, yalnızca
Allah’a tevekkül etmelidir.
Ayet hakkında düşünmeye başlamadan önce, bu surenin ortaya koyduğu iki benzer
karakterden söz etmek istiyorum: Ehli Kitap’tan ve Münafıklardan. Peki bu iki
Kuran karakterinin bu ortak özelliği ne? İki yüzlü yani riyakar olmaları... Ve
sinsice algı operasyonları yapmaları... Peki ama nasıl?
72. Ayete baktığımızda Ehl-i Kitap’tan bir grubun günün başında... Ya da
başlangıcında... Müminlere, yani Resulullah’a iman edenlere inanın, günün
sonunda da imanınızdan dönün dediğini görüyoruz. Niye böyle yaptıklarına gelince ayet
devam ediyor, BELKİ ONLAR DA DÖNERLER DİYE! BELKİ ONLAR DA DÖNERLER DİYE!
Bu nedir? Algı operasyonu! Aralarına girmek, aralarından görünmek ama günün
sonunda da iman edenleri ikilemde, şüphede bırakmak, onları yönlendirmek! İşte
biz vazgeçtik, bu kitap, söylediğiniz bu İslam hiç de hakikati anlatan bir din
değilmiş diyeceksin, ordaki Müslümanlar özellikle de genç Müslümanların kafası
karışacak kafalarına şüphe sokulacak, iman ettikten sonra gerisin geriye geri
dönecekler, Resulullah’ın yanından dağılacaklar.
Nitekim Kurân-ı Kerîm, onların yani ehli kitabın bu ki yüzlülüklerine Ali
İmran 119’da yine değiniyor ve onların bu ÇİRKİN ve SİNSİ karakterlerini ortaya
koyuyordu. Ne diyordu Ali İmran 119’da: Onlar sizinle buluştukları, sizinle
bir araya geldikleri zaman inandık derler. Baş başa kaldıkları zaman da
kinlerinden ötürü parmaklarını ısırırlar.
İşte bu ayetler önümüze bir karakter, kişilik analizi sunuyor. Bugün
psikolojide SOSYOPAT dediğimiz kişilik bozukluğunun analizini yapıyor. Gelir
sana, senden görünür, seni seviyor görünür ama sendeki olan şeyleri kıskandığı
için, yüzüne karşı dost gibi görünse de dostane yaklaşsa da aslında tüm amacı
sana zarar vermek elindekileri kaybettirmektir. Başlıca nedeni nedir: KISKANÇLIK!
Sende olan şeylerin elinden gitmesini istemek! Mutlu bir ailen varsa o mutlu
ailenin, güzel bir araban varsa o arabanın, muhteşem güzel ve göz alıcı bir evin
varsa o evinin vesaire vesaire.
İşte Kurân-ı Kerîm, bu psikolojik terim olan sosyapat terimini sosyolojiye
taşıyor ve bir bireyin özelliği, kişilik bozukluğu olmaktan çıkarıp sosyolojik
bir olguya dönüştürüyor yani kitlesel gösterilen bir davranış bozukluğuna sahip
kimseler olarak tahlil
ediyor ehli kitabı.
Şimdi... Geçtik... İki kuran karakteri var dedik... Birbiriyle benzeşen...
Kıskanan ya da gücü yetmediğinden henüz korkan.... Sosyopat kişiliğe sahip
olan... Algı operasyonu yapan.... Senden görünen ve... Ve... Senin arkandan iş
çeviren... Kim bu 2. Grup: MÜNAFIKLAR!
Münafıklar, Uhud Savaşı sırası sırasında, — savaşta değil, savaşa hazırlanırken
—
diyorlardı ki Medine’yi savunalım, Medine’nin savunması güçlü vs. Bir de
Resulullah’ın gençleri var, çok genç sahabeler, savaş tecrübeleri henüz yok.
Onlar ısrar ediyor Medine’nin dışında savaşalım... Çıkıyorlar da. Sonra... Ehli
Kitap gibi, Müslümanların arasında görünen, Müslüman görünen ama Müslümanların
psikolojisini yıpratmak için orda olan bu münafıklar diyor ki, münafıkların ele
başı Abdullah bin Übeyy...:
“İşte sen, çoluk çocuğun sözlerini dinledin, bize kulak asmadın!”.... diyerek
İslam ordusunun saflarından ayrılıyor, yanındaki 300 kişi ile.
Yani İslam ordusu toplam 1000 kişi, 300 kişi ordudan bahane ile ayrılıyor
geriye 700 kişi kalıyor. İşte bu, yani ordudaki bu azalma, bu ciddi eksilme,
Müslümanların moralini bozuyor. Kalplerine korku düşüyor! Zaten münafıkların da
tam da istediği sonuç bu! Algı operasyonu yapalım, bir bahane bulup saflardan
ayrılalım, Müslümanların kalbine korku ve şüphe düşsün! Aynen gerçekleşiyor da!
Ki az daha Müslümanlardan iki kabile, ayette geçtiği gibi iki grup,
münafıkların bu oyununa gelip onlar da geri dönme aşamasına geliyor, yani ramak
kalıyor buna!
123. Andolsun, siz zayıf ve güçsüz iken Allah size Bedir’de de
yardımıyla zafer vermişti. Şu halde Allah’tan (korkup O’na sığının, itiraz ve
isyandan) sakının ki, O’na şükredebilesiniz.
123. ayet, işte Müslümanlara bir olayı hatırlatıyor cesaretlendirmek için!
KORKMA diyor KORKMA! Allah sizinle birlikteyken kimden korkuyorsun?! Bedir’de yardım
etmedi mi inandığın Allah sana? Bedir’de önce 1000 melek göndermiş müminlerle
beraber savaşması için! Sonra bir haber alıyorlar, aslında asılsız bir haber,
belki yine münafıklar tarafından bir algı operasyonu yapılıyor, Kürz b. Cabir
el-Muharibi adlı bir Arap liderinin de düşman safında askerleriyle katılacağı
haberi yayılıyor orduda, yine o zaman kalplerine korku düşüyor sahabelerin,
Allah, 3000 melek daha gönderiyor müminlerin kalplerindeki bu korkuyu
hafifletmek için. Bunu nerden öğreniyoruz? Enfal 9. Ayetteki 1000 melek ve en
son 124. ayette de okuduğumuz 3000 melek daha!
124. Hani sen o zaman inananlara demiştin ki: Rabbiniz, size
yardım için üç bin melek indirecek, yetmez mi size?
Evet, 124. Ayet, “Hani sen o zaman inananlara demiştin ki: Rabbiniz, size
yardım için üç bin melek indirecek, yetmez mi size?”
126. Allah, bunu (bu yardımı) size ancak bir müjde olsun ve
kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. (Yoksa) “Yardım ve zafer” ancak, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah’a aittir. (O’nun
indindedir.)
İşte neden melekleri İslam ordusuyla gönderiyor: 126. ayet cevap veriyor bu
soruya: Size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin olsun ve
korkunuz hafiflesin diye.
144. Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice
peygamberler gelip geçti. O ölür ya da öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?
Kim geri dönerse Allah’a en küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere
Allah mükâfatını verecektir.
145. Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O,
süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın sevabını ve çıkarını isterse ona ondan veririz; kim de ahiret sevabını
isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenlere
karşılığını ileride vereceğiz.
Şunu biliyoruz ki her nefis için tayin edilmiş bir ecel var. Bu ecelin belli
bir saati var ve yine biliyoruz ki her nefis, ölümü tadacak. Vakıa 60’ta şöyle
diyordu:
“Aranızda ölümü şaşmaz bir plan çerçevesinde takdir eden biziz. Ve sizi
öldürmemize engel olabilecek hiçbir güç yoktur.”
Ve bu ecel saati... Ya da vakti... Belirlidir, Allah tarafından takdir
edilmiştir. Sadece insanların değil... Nefis yani can taşıyan her şeyin!
Ağaçların, bitkilerin, hayvanâtın, meleklerin, cinlerin hatta ve hatta
toplumların ve ümmetlerin bile bir eceli, bir sonu vardır. Araf 134’te okuyoruz
ki bu ecel ya da ecel saati, ne geciktirilebilir ne de öne alınabilir:
Yani fe-iżâ câe eceluhum... Onların ecelleri gelince... Lâ
yesteḣirûne sâ’aten... Ne bir saat geri alınabilir... Velâ yestakdimûn...
Ne de öne alınır.
İşte Resulullah da ölecek... Sahabeler de ölecek... Bu, bir realite!
İnneke meyyitun ve-innehum meyyitûn! Sen de öleceksin onlar da ölecek! Zümer
30... Niye bunu söyleme gereği duyuyor Allah Kurân-ı Kerîm’de; birgün
Resulullah öldüğünde sahabelerin teskin olması, Resulullah’ın ölümünü metanetle
karşılamaları ve paniğe kapılmamaları için......
Uhud Dağı krokisi.
İşte Uhud Savaşı sırasında olan bir olay, bu ayeti belki o olaya
bağlayabiliriz. Resulullah, yaralanıyor... O mübarek dişi kırılıyor hatta. Bir
grup sahabe, Peygamber’i korumak için etrafında halka oluşturuyor. Hani “Çağrı”
filmini izlediyseniz bu olay, bu sahne vardı filmde. Ebu Dücane, kendi vücudunu
Resulullah’a siper etmiş, onu kalkan gibi koruyor. Sad bin Ebu Vakkas, oklarıyla
kimseyi yaklaştırmıyor falan.
Yönetmenliğini Mustafa Akkad’ın yaptığı 1977 yapımı “The Message” (Çağrı) adlı filminde Uhud Savaşı sahnesi.
İşte o arbedede Resulullah’ın öldü haberi yayılıyor sahabeler arasında. İşte
bu durum, sahabelerin paniklemesine yol açıyor, dağılmaya başlıyorlar. Hatta
Resulullah’ın bu savaş sırasında sahabelerine öğrettiği bir parola var, niye bu
parolayı öğretiyor? Sahabeler, birbirlerine düşman sanıp öldürmesinler diye.
İşte Resulullah’ın bu savaş sırasında sahabelerine öğrettiği bir parola var:
EMİT yani ÖLDÜR demek! İşte bu arbedede, bu panik sırasında bazıları bu parolayı
unuttuğu için... Sahabeler... Yanlışlıkla birbirlerini bile öldürüyor ya da
parolayı unuttukları için birbirlerini yaralıyorlar. Kab bin Malik...
Resulullah’ın yaşadığını görüyor az ötede, birkaç sahabenin onu koruduğunu, işte
Sad bin Ebu Vakkas’ın, Ebu Dücane’nin hatta bir elini kaybeden Talha bin
Ubeydullah’ın. Yani Müslümanlar arasındaki bu bozgun, bu kısa süren arbede,
ancak Kab bin Malik’in “Ey Müslümanlar! Resulullah ölmedi! Resulullah ölmedi!”
diye bağırmasıyla sona eriyor.
İşte 144. ve 145. ayetleri bu bağlamda okuyabiliriz. Resulullah, ancak bir
elçidir, o ölürse bile topuklarınız üstünde geriye mi döneceksiniz? Ve kaldı ki
diye ekliyor 145. ayette, Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yok.
Ecel’in işleyişi, saati, Allah’ın takdirine bağlıdır!
Nitekim Resulullah, işte o eceli gelip, ecel saati gelip öldüğünde Hz. Ömer,
elinde kılıcıyla Medine sokaklarında dolaşıyor ve şöyle bağırıyordu: “Resulullah
ölmedi! Resulullah ölmedi! Kim Muhammed öldü derse bu kılıçla onun kafasını
koparırım!“
Hani bunu söylerken o dönemin bir gerçekliği var. Ölüm haberiyle fitne
çıkmasından ya da Müslümanların paniklemesinden korkuyor Hz. Ömer. Uhud’da
Resulullah öldü haberiyle paniklemişlerdi ya.
İşte Ömer, elinde kılıçla Medine sokaklarında böyle gezerken... Ebu Bekir
gelmişti yanına, ne demişti:
“Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a
ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür.”
Ve... Ardından işte şu an okuduğumuz bu ayeti okumuştu:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip
geçti. O ölür ya da öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse
Allah’a en küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını
verecektir.” (Ali İmran 144)
146. Nice peygamberlerle birlikte birçok Ribbiyyun
(Rabbani-bilgin) ler, Allah yolunda çarpışmaya girdiler de, (bu uğurda)
kendilerine dokunan (büyük sıkıntı ve saldırı) lardan ötürü asla zayıflık ve
yılgınlık göstermediler, (zalim ve kâfir güçlere) boyun eğip (işbirliğine
tenezzül etmediler). Allah, sabredenleri sever.
Yahudilikte geçen “Rabbi”, “Rabbiyyun” ya da “Rıbbiyyun” kavramından 79. ayette
bahsetmiştik. Neydi bu terim? Yahudi din adamlarına, daha da belirginleştirirsek Torah, yani Musa’nın ilk 5 kitabını öğreten, vahyin öğreticiliğini yapan
kişilere verilen addı. Nasıl ki biz Müslümanlar, Kurân-ı Kerîm’i anlamaya
ve hayatımıza geçirmeye çalışıyoruz; işte onlar da Torah, yani Musa’nın ilk 5 kitabı üstünde derin
derin tefekkür edip vahyi anlamaya ve bu anladıkları vahyi hayatına geçirmeye çalışıyorlardı.
Onlara göre ilk Rabbi ya da ilk Rıbbi, Hz. Musa! İlk vahiy öğretmeni! Hem
peygamber hem de vahyi kendi ümmetine açıklayan, beyan eden kişi. Bugün
peygamber postacı değildir tartışmaları var ya... Ve Musa’nın öğrettikleri, yani
vahyi açıklayışı, kuşaklar yoluyla yeni nesillere taşınıyor. Bir anlamda
Yahudiliğin EHL-İ SÜNNET çizgisi. Bu kitabın, bu vahyin, şu şu şu ayetin bizden
önceki rabbiler ya da ribbilerden duyduğumuz kadarıyla manası anlamı şu şu şudur
diyor Rabbiler!
Bizde de böyle. Kurân-ı Kerîm’de de Torah’ta da muhkem ayetler olduğu gibi,
kavranması bir hikmet, bir bilgelik gerektiren müteşabih ayetler var. Bu anlamda
Resulullah da (belki bunu söylerken haddimi aşıyor olabilirim), kendi döneminin
ilk Müslümanı, ilk mümini olduğu kadar ilk “rabbi”si yani ilk vahiy öğretmeni de! Tabii Arapçada
“Rabbi” ya
da “Rıbbi” değil RABBANİYUN deniyor. Örneğin İmam Rabbani gibi.
Ve bu rabbiler ya da rabbanilerin bu ayette aynı zamanda sadece ilim ehli
olmadıklarını, Allah yolunda cihat eden erler olduklarını da görüyoruz!
Resulullah da öyle! Hem ümmetine vahyi anlatıyor, beyan ediyor yani açıklıyor
hem de Allah yolunda cihat ediyor! Örneğin süregelen ayetlerde okuyacağımız
üzere Uhud
Savaşı’nda. Yaralanıyor hatta bu savaşta... Velhasıl Hz. Musa da öyle ve ondan sonra
gelen Torah öğretmenleri, tomarları yazıp koruyan, vahyi sonraki nesle aktaran o
rabbiler de öyle.
Resulullah’ın “DARUL ERKAM” dediğimiz tabiri caizse bir KURAN OKULU vardı.
Sahabelere burada Kurân-ı Kerîm’i anlatırdı. Peygamberliğinin ilk 3 yılı
boyunca! Bu anlamda Hz. Musa gibi o da kendisine inen vahyin öğretmeniydi.
Hicret’ten sonra ise ASHAB-I SUFFA çatısı altında Resulullah fakir ve genç
Müslümanları eğitmiş ve onlara vahyi anlatmaya devam etmişti.
Rabbi ve Rabbani olabilmek için sadece Kurân-ı Kerîm’i ya da Torah’ı
bilebilmek yetmiyordu. Yani bilmek derken, metin olarak ezberlemek yetmiyordu.
Bunun yanında HİKMET’in de kendisine verilmiş olması gerekiyordu. Hatta Zebur’da
şöyle der, ki bana göre tahrif olmamış ayetlerden biridir: Re’sul-hikmeti
mehafetullah. Yani “HİKMETİN BAŞLANGICI ALLAH KORKUSUDUR!“
İşte Rabbaniyyun dediğimiz... Bu... Alimler... Hem bilgileriyle hem de
silahlarıyla Allah yolunda savaşıyorlardı. ZALİMLERE karşı ALİMLERİN savaşı. 630
yılında yapılan Yemame Savaşı’nı hatırlayın! 70 Kuran hafızı şehit oluyordu bu
savaşta. Sonra Resulullah’ın İLMİN KAPISI dediği Hz. Ali, yine şehit ediliyordu!
Yani hem yiğitti Hz. Ali de hem de alimdi. Bugün de bakıyoruz, MÜSTEKBİR’lerin
şehit ettiği onlarca alim vardır: Seyyid Kutup’lar, Ömer Muhtar’lar... Hasan
El-Benna’lar... Malcolm X’ler... Sonra Abdülkadir Udeh... Bangladeş’te Abdulkadir Molla, Rahman Nizâmî, Metin Yüksel vesaire. Zaten Şubat
ayına verilen başka bir ad da Şehadet ayıdır, çünkü birçok alim, bu ayda şehit
edilmiştir.
Ayete dönecek olursak, her ümmet içinde, Musa’nın ümmetinden olsun,
Resulullah’ın ümmetinden olsun, vahyi ve bu vahyin mesajını anlamaya...
Yaşamaya... Ve kendilerinden sonraki kuşaklara iletmeye gayret eden rabbiler,
rabbaniler ve alimler olmuştur ve bu alimler, sadece kalemleriyle değil yeri
gelmiş kılıçlarıyla da Allah yolunca mücadele vermişlerdir.
152. Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; (önceleri) siz O’nun izniyle onları (inkârcıları)
kırıp-geçiriyordunuz. Ta ki sevdiğiniz (zafer) i size gösterdikten sonra, siz
yılgınlığa yöneldiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı,
kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi (bir müddet) ondan
(manevi yardımdan mahrum bıraktı, cihad şuurundan ve ahiret duygusundan) çevirip
uzaklaştırdı. Ama (sonra yine de) sizi bağışladı. Allah mü’minlere karşı fazl
(ve ihsan) sahibi olandır.
Geçen ayetlerdeki okumalarımızda Uhud’da Müslümanların yaptığı bir hatadan
bahsetmiştik. 144 ve 145. ayetleri hatırlayın; savaş alanında yayılan “Resulullah
öldü!” haberinden sonra yaşanan bir arbede vardı. Müslümanlar paniklemiş, kimi
savaş alanını terk etmeye çalışmış, kimi o arbedede parolayı unutmaları
sebebiyle birbirleriyle savaşmıştı.
152. ayet ise Müslümanların yaptıkları başka bir taktiksel hatadan
bahsediyor. Nedir bu hata? Bugün OKÇULAR TEPESİ OLAYI olarak bildiğimiz hadise.
Hadiseye kadar geçen zaman çizgisini şöyle hayalinizde canlandıralım. Ordu, Uhud’ta toplanıyor. Müslümanlar, 1000 kişi. Müşrikler 3000 kişi. Münafıkların
ele başı Abdullah bin Übeyy... Bir bahane buluyor ve yanındaki 300 kişiyle savaş
alanını terk ediyor. Ordudaki kimi Müslümanların morali bozuluyor, hatta
aralarından iki kabile de bu olaydan etkilenip geri dönmeye yelteniyor. Hangi
ayetlerde geçiyor bu olay? 122. ayette! Hatırlayalım Ali İmran 122’yi:
“(Uhud gününde) O zaman sizden (mü’minlerden) iki grup, (düşmanın çok üstün
gücünden ürkerek) neredeyse ’çözülüp geri çekilmeye’ yönelmişti. Oysa Allah
onların (velisi) destekçisiydi. Artık mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül
etmelidir.”
Sonra sahabelerin korkuları yatışsın diye bu moral bozukluğundan dolayı, 3000
meleğin daha onlara yardım edeceğini vaat ediyor. Sonra savaş başlıyor.
Gözlerinizde canlandırın bu sahneleri, bu zaman çizelgesini. Hani o dönem
savaşlarda önce karşılıklı olarak iki taraftan da en yiğit erler, ortaya gelir
ve dövüşürler. İşte Zübeyir bin Avvam çıkıyor önce, karşılaştığı müşriği yeniyor
ve öldürüyor. Sonra Hz. Ali çıkıyor, onun karşısında müşrik ordusunun
sancaktarı. Hz. Ali de onu yeniyor ve öldürüyor. Hz. Hamza çıkıyor, o da ikinci
sancaktarı öldürüyor.
Öyle bir savaş ki bu, BABANIN OĞULLA ÇARPIŞTIĞI, KARŞI KARŞIYA GELDİĞİ bir
savaş. Örneğin Ebu Bekir, mümin... Oğlu Abdurrahman, müşrik... Abdurrahman da
ortaya gelip Müslümanlara meydan okuyunca ve karşıma çıkacak bir yiğit yok mu
dediğinde Hz. Ebubekir, kılıcına davranıp onunla çarpışmak için meydana çıkacağı
sırada Resulullah, diyor: “Ebubekir! Sok kılıcı kınına da kendini tehlikeye atıp
ya da evlat katili olup bizi acı içinde bırakma!” diyor.
İşte böyle bir manzara. Sonra toplu savaş başlıyor. Müslümanlar, o teke tek
çarpışmalarda hep Müslümanların yenmesiyle, moralleri yerinde! Ve Allah’ın
kendilerine bir vaadi var! Meleklerle sizi destekleyeceğim diyor... İşte
durum, Müslümanların LEHİNDE! İslam Mücahitleri, müşrikleri önüne katmış
kovalıyorlar...Hz. Hamza bir yandan diğer sahabeler bir yandan...
Şimdi 152. Ayeti cümle cümle okuyalım. Andolsun, Allah size verdiği
sözünde sadık kaldı. Siz O’nun izniyle onları (inkârcıları)
kırıp-geçiriyordunuz. Ta ki sevdiğiniz’i size gösterdikten sonra, siz
yılgınlığa yöneldiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. İşte durum
Müslümanların lehineyken öyle kritik bir hata yapıyor ki Müslümanlar...
Müslümanlardan bazıları... Savaşın seyri bir anda İslam Ordusunun aleyhine
dönüyor. İşte ayette işlenen bu olay, OKÇULAR TEPESİ!
Okçular Tepesi.
Uhud’da “AYNEYN” adlı bir tepe var. Resulullah, düşman ordusu, arkadan
saldırmasın diye bu tepeye savaş başlamadan önce okçular yerleştiriyor. Abdullah
bin Cübeyir’i de bunlara komutan atıyor. Diyor ki: Bu tepeyi asla ve asla terk
etmeyin! Karşı taraf, bu geçitten geçip İslam ordusunu arkadan vurmak
isteyebilir! Onlara göz açtırmayın, buradan onları geri püskürtün...
Savaş Müslümanların lehine bir durumdayken bakıyor ki bu okçular, müşrik
ordusu kaçışıyor. Bazıları diyorlar birbirlerine: “Ne duruyorsunuz! Düşman ordusu
yenildi. Biz de kardeşlerimizle ganimetleri toplayalım. Yani ganimetlerden biz
de mahrum kalmayalım.”
Aralarından bazıları karşı çıkıyor: “Resulullah bize kesin emir verdi. Biri
arkamızdan koruyun dedi. Asla yerinizi terk etmeyin diye sıkı sıkı tembihledi
hatta.” Ayette diyor ya... Ta ki sevdiğinizi size gösterdikten sonra....
İşte o gösterilen, ganimetler.... Diğer okçular, kendilerini uyaran kardeşlerini
dinlemiyor. Ganimet hırsı gözlerini bürüyor. İşte kumandanları Abdullah bin
Cübeyr de uyarıyor onları, Resulullah’ın kesinlikle buradan ayrılmayın deyişini
hatırlatıyor. Ama kumandanlarını da dinlemiyorlar, “Vallahi gideceğiz ve ganimetten
paylarımızı biz de alacağız.” diyerek ve yerlerini terk ediyorlar. Ne diyor ayet:
siz yılgınlığa yöneldiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. İşte o
emir, Resulullah’ın NE OLURSA OLSUN YERİNİZDEN AYRILMAYIN, GEÇİTTEN KİMSEYİ
GEÇİRMEYİN, BİZİ KORUYUN emri.
İşte bakıyor ki Halid bin Velid, okçular yerlerini terk etmiş, geçidi koruyan
kimse yok sadece 10 okçudan başka. Müşrik süvarileyle geliyor, tepedeki kalan 10
okçuyu da şehit edip Müslüman ordusuna arkadan saldırıyor... Yazık ki yazık...
Allah’ın vaadi var! Ama Resule itaat etmiyorlar, onun sözünden çıkıyorlar ve
EMRE karşı geliyorlar... Ve... Yenilgiyi... Yaşıyorlar... Tam 70 Şehit! 70
şehit! Niye? Bize ganimet kalmaz diye! Ve bu şehitlerin içinde Resulullah’ın
amcası Hamza var, düğününün ertesi günü şehit olan ve Resulullah’ın bedenini
cennette melekler yıkıyor dediği Hanzala var... Musab bin Umeyir var... Evet...
Yazık ki yazık... Hepsinden de Allah razı olsun...
153. (Uhud’da) Siz o zaman (yılgınlık ve perişanlıkla savaş
alanından) durmaksızın uzaklaşıyor, (kendi canınızı kurtarma telaşıyla) kimseye
dönüp bakmıyordunuz. Elçi de sürekli sizi arkanızdan çağırıp duruyordu. (Allah)
Elinizden kaçırdığınız (zafer ve ganimet mallarına) ve size isabet eden (sarsıcı
sıkıntılara) fazla üzülmeyip unutmanız için sizi kederden kedere uğratmıştı.
Allah, yaptıklarınızdan Haberdardır.
Ve 153. Ayet... Okçular tepesi ile başlayan, “Resulullah öldü!” haberiyle
daha da belirginleşen yenilgi. Müslümanlar panik halinde savaş alanını terk
ediyor.
Siz o zaman (yılgınlık ve perişanlıkla savaş alanından) durmaksızın
uzaklaşıyor, (kendi canınızı kurtarma telaşıyla) kimseye dönüp bakmıyordunuz.
Elçi de sürekli sizi arkanızdan çağırıp duruyordu.
Sahneyi gözünüzde canlandırın: İslam ordusunda kimisi tepelere doğru kaçıyor,
kimisi Medine’ye doğru kaçıyor ve Resulullah arkalarından onları çağırıyor... “Ey
falan oğlu falan.... Bana doğru gel! Ey filan oğlu filan, bana doğru gel! Ben,
Resulullah’ım, yaşıyorum! Bana doğru gelene cennet var!”
İşte savaş alanından kaçarak Medine’ye gelen kimi Müslümanları Medineli
Müslüman kadınlar ayıplıyor, yeriyor! Siz demek Resulullah’ı orda bırakıp
kaçtınız ha! Demek siz Resulullah’ı orda bırakıp kaçtınız ha! Ümmü Eymen var... Savaş alanında Resulullah’ı yalnız bırakıp kaçan
Müslümanların yüzlerine toprak saçıp yazıklar olsun size diyor, yazıklar olsun. İşte öreke orda. Gidin orda iplik bükün! Getir ver kılıcını bana, diğer kadınlarla Uhud’a gidip biz savaşırız!
154. Sonra (o yenilgi ve) kederin ardından üzerinize bir
güvenlik (duygusu) indirdi, (rahatlamak ve o şaşkınlığı atlatmak üzere) bir
uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. (Sizden) Bir grubu da, nefisleri
can derdine düşürmüştü; Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannıyla (kötü)
zanlara kapılarak: “Bu işten bize ne var ki? (Cihada katıldık da ne kazandık?) ”
diyorlardı. De ki: “Şüphesiz işin (takdirin) tümü Allah’ındır.” Onlar
(münafıklar), Sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, “Bu işten
bize (hayırlı) bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik” diye (sızlanıyorlardı)
. De ki: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar,
yine devrilecekleri (ölüp mezarı boylayacakları) yerlere gidecekti. (Kimse
ölümden kaçamazdı. Bunu) Allah, sizi deneyip sinelerinizdekini açığa çıkarmak ve
kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı) . Allah, göğüslerin-gönüllerin
özünde (saklı) olanı bilip durandır.”
İşte kimi savaş alanını bırakıp kaçıyor. Ama Resulullah’ın yanında kalanlar,
şehit oluncaya kadar çarpışanlar var. İslam ordusu, Uhud Dağı’na doğru
çekiliyor. Müşrikler, dağa saldırmaya çalışsalar da — çünkü kalpleri nefretle
dolu — Resulullah’ı öldürme amacı taşıyorlar, ama sahabelerin kahramanca
savaşması sonucu geri püskürtülüyorlar. İşte o sırada Müslümanların üzerini
tatlı bir uyku sarıyor.
Nasıl bir uyku bu? Emaneten Nuasen... Güven veren, güvende tutan bir uyku.
Tedirgindiler, korkuyorlardı ve üzgündüler. Yenilmişlerdi, kayıplar çok fazlaydı
ve sürekli endişe ediyorlardı. Psikoloji’de kuraldır: Korku varsa, endişe varsa
uyku da olmaz! Korkan, korkmakta olan kişiyi uyku tutmaz! Uykusuzluk sürdükçe de
üzüntüler, beyni yiyip bitirmeler daha artar. Diyordu ya 153. ayette:
“(Allah) Elinizden kaçırdığınız (zafer ve ganimet mallarına) ve size
isabet eden (sarsıcı sıkıntılara) fazla üzülmeyip unutmanız için sizi kederden
kedere uğratmıştı.”
Hatalarınız yüzünden üzüldünüz, bütün bunlar Resulullah’ı dinlemediğimiz
yüzünden oldu dediniz, Adem Aleyhisselam gibi rabbenâ zalemnâ enfusenâ... Rabbimiz biz
kendi nefsimize zulmettik dediniz... Size isabet eden sıkıntılar yüzünden hüzne
ve kedere uğradınız. Arkadaşlarımız, bizim sorumsuzluğumuz yüzünden şehit oldu
dediniz... İşte böyle bir derin yara, bir travmadan sonra Allah, onlara yine
lütfetti, merhamet etti ve bu kederi teskin etmek için üzerlerine bir uyku
indirdi.
156. Ey iman edenler! Yeryüzünde (hicret ve sefer için) gezip
dolaştıkları ya da (Hakk yolunda) çarpıştıkları süreçte (mü’min olarak ölen)
kardeşleri için: “Eğer yanımızda kalsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi”
diyerek (şehitleri kınayan) kâfir kimseler gibi olmayın!.. Allah, bunu (Hakk
yolda fedakârlığı, ahmaklık sanma şuursuzluğunu) onların (münafıkların)
kalplerinde onulmaz bir hasret (ve huzursuzluk duygusu) olarak kılmıştır. (Zira
aslında) Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı Görendir.
Savaş bitti, şehitler defnedildi ve Medine’ye döndüler. İşte münafıklar, yine
devreye giriyor. Hani Abdullah bin Übeyy liderliğinde 300’ü bahane bulup İslam
ordusundan ayrılıp Medine’ye geri dönmüştü ya. İşte Abdullah bin Übeyir’in bir
oğlu var... Abdullah... Uhud’dan yaralı bir halde dönüyor... Abdullah mümin, baba Abdullah bin Übeyy münafık...
Abdullah bin Übeyy diyor ki oğluna: “Sen, benim görüşümü dinlemeyen, gençlerin
sözünü dinleyen Muhammed’le Uhud’a gitmeseydin bu felakete uğramayacaktın.”
Abdullah, babasına cevap veriyor: “Allah ve Resulünün yaptığı her şeyde bir hayır
ve hikmet vardır.” Başka bir münafık, Hatip bin Ümeyye... Oğlu Yezid ise şehit
olanlardan... O da Müslümanlara çatıyor: “Oğlumun aklına girdiniz, ölümüne siz
sebep oldunuz.” diye vs.
İşte ayet, Uhud dönüşü “Oraya gitmeselerdi öldürülmezlerdi.” diyen
münafıklara cevap veriyor! Abdullah bin Übeyy’e, Hatip bin Ümeyye’ye. Ve
Allah’ın cevabı şu:
“Allah, bunu onların (münafıkların) kalplerinde onulmaz bir hasret (ve
huzursuzluk duygusu) olarak kılmıştır. (Zira aslında) Dirilten ve öldüren
Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı Görendir.”
181. Andolsun; (bazı sapkın Yahudilerden ve sömürücü
zalimlerden) “Kesinlikle Allah fakirdir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini
Allah işitmektedir. Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere
öldürmelerini (elbette) yazıp kaydedeceğiz ve: “Yakıcı olan azabı tadın”
diyeceğiz.
181’e baktığımızda, muhtemelen Yahudiler’le ilgili bir ayet. Bakıyorsunuz
Resulullah Medine’ye hicret ettiğinde belki de Mekkeli Müşriklerin uyguladığı
ambargo, onları da etkilemişti ve şöyle diyorlardı: ALLAH’IN ELİ BAĞLANMIŞ... Ve
Maide 64. ayet iniyordu:
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ
Vegâletil yehûdu yedullâhi maġlûleh.
“Yahudiler dedi ki, Allah’ın eli bağlanmış!”
غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ
Ğullet eydîhim veluinû bimâ gâlû!
“Onların bu dediklerinden ötürü elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar.”
İşte bu Yahudilerin Allah karşısındaki hadsizlikleri, Allah’a ve kimi
meleklere karşı olan iftiraları... Ya da düşmanlıkları... Ki hatırlayın Medineli
Yahudiler, Resulullah’a gelip dört müşkil soruyu sorduktan sonra, yani ruh nedir
vesarire sorduktan sonra demişlerdi ki “Sana hangi melek vahiy getiriyor? Sana
bu vahyi getiren melek kim?” Resulullah da cevap veriyordu: “O, Cebrail’dir.”
diyordu. Yahudiler, Cebrail ismini duyduklarında nefretle şöyle diyorlardı:
“O, yani Cebrail, bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim
elçi meleğimiz Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o
gelseydi iman ederdik.”
İşte Yahudilerin Allah hakkında, kimi melekler ve kimi resuller hakkında ya
da ne bileyim ateşin onlara SAYILI GÜNLER değeceği hakkında mesnetsiz iddiaları
vardı. İşte Kureyş müşrikleri gibi onlar da ŞÖYLE OLSAYDI İMAN EDERDİK BÖYLE
OLSAYDI İMAN EDERDİK vesaire, iman etmemelerine mazeret, bir bahane getiriyorlardı.
Sonra infak ayetleri indi: Bakara 245. Hatırlayın:
Menzelleżî yukridullâhe gardan hasenen feyudâ’ifehu lehu ad’âfen keśîra!
“Kim Allah’a güzel bir borç verecek olursa; bu kat kat fazlasıyla kendisine
(ahirette) geri ödenecektir!”
İşte bu ayetler inince diyorlar ki Yahudiler, alayla: Muhammed’in tanrısı,
haşa Allah... Fakir düştü, parası, zenginliği kalmadı. Zenginlerden borç
istiyor. Diyor ya ayette... Kim Allah’a güzel bir borç verecek olursa....
İşte haddi aşan Yahudi bilinci: BİZ ZENGİNİZ ALLAH İSE FAKİRDİR! Aynı 182.
ayette dediği gibi.
Bugün de bakıyorsunuz yine zenginlik iddiasında bulunanlar, hatta bu dünyayı
Allah’ın değil kendilerinin yönettiklerini iddia edenler dün olduğu gibi hep
aynı tarih boyunca bu kibirleri ve azgınlıkları yüzünden horlanmış ve
aşağılanmış Yahudiler! Ve bugün de değişen bir şey yok! Bakıyorsunuz 28 Milyar
Dolarlık servetiyle Oracle Şirketi’nin sahibi Lawrence Ellison... 18 Milyar
dolarlık servetiyle Bloomberg Medya’nın sahibi Michael Bloomberg.... Marvel
Comics film şirketinin sahibi Isaac Perlmutter... En zengin Yahudiler listesinin
“en genci” olan Facebook’un sahibi Mark Elliot Zuckerberg... Chelsea Spor Kulübü’nün ve çok sayıda enerji şirketinin sahibi
Yahudi asıllı Rus Roman Abramoviç... Yani sadece Amerika’da değil Rusya’daki
zenginlerin bile si Yahudi asıllıdır... İşte bu Abramoviç dediğim bu Yahudi,
Yeltsin’e SENDEN SONRA PUTİN GELSİN diyebilecek kadar etkili ve kilit bir isim!
183. Bu (azap), ellerinizin önden sundukları (ve kötü
amellerinizin sonuçları) dır. Allah, kesinlikle kullara zulmedici değildir.
Hangi azap? 181. ayette diyor ya: Onların bu sözlerini ve peygamberleri
haksız yere öldürmelerini (elbette) yazıp kaydedeceğiz ve: “Yakıcı olan azabı
tadın” diyeceğiz.
İşte onlara hem bu sözleri, yani hem Allah’a isnat ettikleri çirkin
suçlamalarına, alaylarına hem de haksız yere kendilerine gelen elçileri
öldürmeleri yüzünden Allah diyor, o gün onlara YAKICI OLAN AZABI TADIN
DİYECEĞİZ!
Örneğin hangi elçiler bunlar? Zekeriyya Aleyhisselam... Oğlu Yahya
Aleyhisselam... Vesaire... Ki İsa Mesih’i de öldürmek istediler! Ama başarılı
olamadılar, onlara öyle gösterildi, öldürdüklerini zannettiler! Hatta
Resulullah’ı bile öldürmeye çalıştılar... Hatırlayın! Hayber Savaşı sırasında
Yahudi bir kadın, bir koyun kızartıp Resulullah’a hediye ediyordu. Ama
Resulullah o etten bir kez ısırınca anlıyordu zehirli olduğunu ve sahabelerini
de durduruyordu.
Kendilerini diğer insanlardan üstün görürler! (Cuma suresi 6)
Peygamberlerini öldürürler! (Ali İmran 181)
İslam’a kin ve hırs beslerler (Nisa 46)
Müslümanlara karşı düzen ve hile kurarlar (Ali İmran 54)
Müslümanlara en azılı düşman onlardır (Maide 82)
Yeryüzünde bozgunculuk yaparlar (Maide 64)
Kendi soydaşlarını bile öldürür ve yurtlarından silerler (Bakara 84-85)
Zalimdirler (Bakara 59)
İhanet ederler (Maide 13)
Ve çok azı vardır ki, gece vakitlerinde bile Allah’ı anarlar ve Allah’a secde
ederler. İşte bu çok azı için Kurân-ı Kerîm, onlar mahzun olmayacaktır,
üzülmeyeceklerdir de der, ama geri kalanı için o gün kıyamet saatinde onlara
Allah’ın söyleyeceği söz işte budur: YAKICI OLAN AZABI TADIN!
Ve bu azap... Sizin yapageldiklerinizin, çirkin eylemlerinizin bir sonucudur!
Zulümlerinizin, peygamberlerinizi bile şehit edişlerinizin bir karşılığıdır...
Allah adildir, zulmetmez! O kesinlikle kullarına zulmedici değildir!
183. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe,
hiçbir elçiye inanmamamız konusunda ahit (yemin) verdi” (şeklinde asılsız
iddialarda bulunup, mucize bekliyoruz) diyenlere de ki: “Şüphesiz, Benden önce
nice elçiler, apaçık belgelerle ve söyledikleriniz (cinsinden mucizelerle)
geldi; eğer siz doğru idiyseniz, o halde (inanıp itaat edeceğiniz yerde) onları
ne diye öldürüverdiniz?“
183. ayet ise Tevrat’ın 1. Krallar kitabının 18. bölümünde geçen kimi
ayetlere atıfta bulunuyor... Ne diyordu KİNGS 1’de:
Akşam sunusu saatinde, Peygamber İlyas sunağa yaklaşıp şöyle dua etti: “Ey İbrahim’in, İshak’ın ve İsrail’in Tanrısı olan RAB! Bugün bilinsin ki, sen İsrail’in Tanrısı’sın, ben de senin kulunum ve bütün bunları senin buyruklarınla yaptım. 37 Ya RAB, bana yanıt ver! Yanıt ver ki, bu halk senin Tanrı olduğunu anlasın. Onların yine sana dönmelerini sağla.” 38 O anda gökten RAB’bin ateşi düştü. Düşen ateş yakmalık sunuyu, odunları, taşları ve toprağı yakıp hendekteki suyu kuruttu. 39 Halk olanları görünce yüzüstü yere kapandı. “RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!” dediler.
İşte Tevrat’ta anlatılan bu olayı Yahudiler her zaman olduğu gibi yanlış
aktarıyorlar. Dilleriyle eğip büküyorlar ayetleri. Kimi peygamberler,
yaşadıkları dönemde mucizeler gösterdiler ve her peygamberin mucizesi farklı.
Ama diyor ki Medineli Yahudiler, Tanrı bize dedi ki, size peygamber olduklarını
söyleyenler geldiğinde İlyas’ın gösterdiği gibi gökten inen bir ateş isteyin
onlardan, yoksa inanmayın...
Oysa Tevrat’ta böyle bir iddia yok. Resulullah’ın
son peygamber olduğunu biliyorlar; fakat kıskançlık ve azgınlıkları dolayısıyla
iman etmeye bir türlü yanaşmıyorlar ve buna gerekçe olarak da yanlarında bulunan
Tevrat’taki ayetleri tevil ederek, çarpıtarak hatta olmayan şeyleri Tevrat’ta
varmış gibi göstererek küfürlerini kalplerindeki küfrü daha da artırıyorlar.
187. Allah, kendilerine kitap verilenlerden “Onu mutlaka
insanlara açıklayacaksınız (ilmi ve İslami gerçekleri asla) saklamayacaksınız!”
diye söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü kulak ardına attılar. (Allah
rızasını) Az bir dünyalığa sattılar ve çok çirkin bir alışveriş yaptılar
188. Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır.
Resulullah döneminde Arabistan’da yaşayan pek çok dini gruplar vardı.
Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusiler, Sabiiler, Müşrikler, Hanifler ya da
Muvahhidler vs. Yahudiler de kendi aralarında ayrılıyor, işte Fedek var, Hayber
var,
Teyma var, Vadilkura var, Makna var... Yaşadıkları yere göre adlandırırsak... Ve bir de
Medineli Yahudiler. Medineli Yahudilere de baktığımızda onlar da kendi
aralarında 3’e ayrılıyor: BENİ KURAYZA, BENİ NADİR ve BENİ KAYNUKA.
Ali İmran Suresini okuyoruz... Medeni bir sure. Ve içinde geçen “ehli kitap”
ifadesi genellikle bu Medineli Yahudiler. Yani Ali İmran suresini okurken mercek
altına almamız gereken demografik yapı, bu kısım. Henüz Hıristiyanlarla yaşanan
problemler yok.
Bu Medineli Yahudiler, o dönemde etkili, nüfuzlu bir güç. Ne zaman geldiler
Medine’ye? Nebukadnezzar ya da Arapların verdiği isimle Buhtunnasır, İsa’dan
önce 587 yılında
Yahudilere ait olan Yahuda Krallığı’nı fethediyor ve burdaki Yahudileri sürüyor.
Nerden? Kudüs’ten. Yani merkezleri Kudüs... İsa’dan sonra Titus var o da yine
sürüyor Kudüs’teki Yahudileri başka başka topraklara. İşte Medineli Yahudiler,
bu Nebukadnezar ya da Titus tarafından Kudüs’ten sürülünce başka bölgelere göç
eden Yahudiler. BABİL SÜRGÜNÜ diyoruz biz buna.
Ayeti net olarak anlayabilmek için işte bu Medine’deki Yahudi varlığını,
demografik yapısını ve sosyolojisini gerçekten anlamak gerekiyor. Bu Yahudiler,
kimisi İsrailoğlu olarak adlandırıyor kendilerini kimisi de Hz. Yakub’un soyu
değil daha spesifik bir adlandırma olarak Hz. Harun’un soyu
olarak tanımlıyorlar kendilerini. Örneğin Nadiroğulları yani Beni Nadir... Bu
yüzden farklı farklı cemaatler var Medine’de, farklı Yahudi cemaatleri.
İşte kimisi RABBİ diyorlar alimlerine, ya da ne diyelim dini önderlerine,
kimi LEVİ diyor, kimisi KOHEN diyor: KOHEN, hani hem bir hanedan, hem bu
hanedandan gelen dini öndere de verilen ad. Hz. Safiye annemiz mesela. Bir KOHEN
ailesinden geliyor. Ya da günümüzde Türkçülük akımını kuran, ırkçılığı bu
ümmetin başına bela eden MOHİZ KOHEN de aslında bir Yahudi. Sonradan Munis
Tekinalp olarak değiştiriyor adını. Yani bir bilgi olarak aklınızda bir yere not
edin, RABBİLER var, LEVİLER, KOHENLER.... Vesaire!
Resulullah, Medine’ye hicret ettiğinde bir anlaşma imzalıyorlar Medine’deki
bu karma toplum arasında: MEDİNE VESİKASI ya da başka bilinen adıyla MEDİNE
SÖZLEŞMESİ. İşte Ali İmran suresinde hep işlediğimiz ehli kitap, Hıristiyan ve
Yahudiler’den çok spesifik olarak MEDİNELİ YAHUDİLERE atıfta bulunuyor.
İşte 75. Ayette diyordu ya:
Öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen onu sana noksansız öder;
içlerinden öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen tepesine dikilip
durmadıkça onu sana ödemez. Çünkü onlar “Ümmîlere yaptıklarımızdan dolayı bize
bir vebal yoktur” derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylemektedirler.
İşte emaneti noksansız ödeyen ehli kitap, Hıristiyanlar... Ama ona bir dinar
emanet etsen tepene dikilip durmadıkça onu sana ödemez dediği de Yahudiler... Ve
ayette çok ilginç... ÜMMİLERE YAPTIKLARIMIZDAN diyor... Bu ÜMMİ sözü Yahudilerin
Araplara verdiği bir isim... İbranice “Am ha-erets” (עם הארץ) diye geçiyor. AM HAERETS -
ÜMMİ aynı anlamda. (Tanah’ta kullanımı daha farklı oysa) İşte Yahudilerin ÜMMİ diye adlandırdıkları Araplar arasında
bu Yahudilerin nüfuzu çok büyük...
İşte hicret sonrası Medine’de Resulullah, bu nüfuzun, bu Yahudi saygınlığının
ve ekonomik güçlerinin çok farkında. Kendisi bir tüccar... Köken olarak, yani
peygamberlik gelmeden önce. Ve Yahudilerin bu üstünlüğünü bu etkinliğini — ekonomik etkinlik de dahil olmak üzere
— kıracak stratejiler izliyor.
Ve... Ya da diyelim mesela... Medine Pazarı kuruluyor. Mekke Pazarı’na
alternatif olarak Medine Pazarı... Diyor ya Safvan bin Ümeyye, bu yeni,
alternatif olarak kurulan bu pazar için:
“Muhammed ve ashabı, ticaret yollarımızı kestiler. Onun ashabına karşı nasıl
önlem alacağımızı bilemiyoruz. Sahili de boş bırakmıyorlar. Sahil bölgesi halkı
onunla anlaşarak tümden ona katıldı. (Ne yapalım?) Nerede ikamet edelim,
bilemiyoruz. Şayet (burada) yurdumuzda kalsak sermayemizi yiyip tüketeceğiz.
Zira Mekke’deki yaşantımız yazın Şam ve kışın Habeşistan ticaretine dayanmakta.”
Ve sadece Mekkeli müşrikleri etkilemiyor bu pazar. Yahudiler de yavaş yavaş
kıpırdanmaya başlıyorlar. Hem konumlarına bir tehdit olarak algılıyorlar
Müslümanları hem de dinlerine... Sürekli Resulullah’la ve vahiyle çekişme
halindeler. İşte diyorlar, bu Müslümanların kafasını nasıl bulandırırız da
yanındakiler, ümmi, bilgisiz olarak gördükleri bu etrafındakileri tekrar etkimiz
altına alabiliriz... Biliyorlar vahyin doğru olduğunu, kendilerine inen Tevrat
ile aynı konsepte, aynı hakikate sahip bir HAKİKAT olduğunu... Ama Resulullah,
küçük gördükleri ve ümmiler diye adlandırdıkları topluma ait ya! Kendi
aralarından değil peygamber! Eğer onun getirdiği Kurân-ı Kerîm’i bir KOHEN ya da
bir LEVİ ya da bir RABBİ söylese, ona diyecekler ki BEKLENEN PEYGAMBER SENSİN,
SENİN ANLATTIKLARIN HAKİKATTİR! BU ANLATTIKLARIN ÖNCEDEN BERİ TEVRAT’TA OKUYA
GELDİĞİMİZ ELI... YANİ ALLAH’IN SÖZLERİDİR... İşte buna engel olan şey, hakikati
kabul etmelerine engel olan şey, kazana geldikleri tüm imtiyazları,
üstünlükleri, otoriteyi, ekonomik gücü tamamen kaybetme korkusu!
Ne diyor Bakara 146 ve Enam 20’de? O peygamberi ve onun tebliğ ettiği bu
vahyi KENDİ ÇOCUKLARINI TANIR GİBİ TANIRLAR! Yağrifûnehû kemâ yağrifûne
ebnâehum! Kendi çocuklarını tanır gibi! Ve bunu Resulullah da biliyor! Hatta
istişare ettiği yakın sahabelerle de paylaşıyor bu tespitini. Diyor ki: sadece 10
Yahudi din adamı... Sadece 10 Yahudi KOHEN... Ya da din adamı... İman ederse
Yahudi cemaatinden olanlar akın akın İslam’a koşacaklar!
Ama Yahudiler de biliyor bunu! Onlar da diyor ki...: 10 Müslüman... 10
Müslüman, Muhammed’i terk ederse, Muhammed’in yanındakiler dağılıp gider! Bu
yüzden diyorlar ki günün başlangıcında ya da günün bir yüzünde iman edin, iman
etmiş gibi görünün günün sonunda da inkar edin, vazgeçtik, biz hata yapmışız, bu
din hak değilmiş, Muhammed’in anlattıkları doğru değilmiş deyin.... Nerde
okuyoruz bunu? Ali imran 72’de! Ve diyorlar, 10 Müslüman Muhammed’i terk ederse,
Muhammed’in yanındakiler dağılıp gider!
İşte Ali İmran suresini bu gözlükle, o dönemin sosyal yapısını bilerek
okuduğunuzda ehli kitapla ilgili inen ayetleri net olarak OKUYABİLİYORUZ!
Niye bu ehli kitap, günün başlangıcında iman edin diyor, niye Allah fakir bizse
zenginiz ya da niye Allah’ın eli bağlıdır diyor... Niye gizliyorlar gerçekleri
kendi cemaatlerinden!
Bir düşünün... İncil bile yıllarca din adamlarının, rahiplerin keşişlerin
tekelinde kaldı. Toplum... Yani Hıristiyanlar... İncil’i ne zaman okuyabildiler?
Rönesans hareketiyle! Martin Luther, Protestanlık hareketini kurdu! Yani din
adamlarının uydurduğu dinden İNCİL’E DÖNÜŞ hareketi bir anlamda. O zaman kadar
hangi Hıristiyan, İncil’i biliyordu İncil’le muhataptı, keşişler, rahipler
dışında kim biliyordu İncil’de ne yazıyor, İsa ne anlatıyor orda?
Şunu biliyor musunuz, 1447 yılında Johannes Gutenberg diye bir adam
çıkageldi, matbaayı icat etti.. Ve bu matbaa dedikleri bu makinada basılan ilk
kitap neydi biliyor musunuz? İN-CİL! Evet! İncil! İlk o zaman Hıristiyanlar,
İncil’le tanıştılar. İlk o zaman muhatap oldular kendi kutsal kitaplarıyla ve
işte bu matbaanın icadı işte bu yüzden kilisenin... Ya da kilisenin devletler
üstündeki gücünün sonu oldu!
Günümüze bir bakın, Ali İmran suresinde anlatılan ehli kitabın yaptıklarını
bugün kim yapıyor? Kim insanlardan Kurân-ı Kerîm’i saklamak istiyor, masallarla
menkıbelerle oluşturdukları din yıkılmasın, ehli kitap gibi kazanımlarımız,
gelirlerimiz, bağışlarımız sona
ermesin, kabirde yanmayan kefen satabilelim, rüyada peygamber gösteren terlik
satabilelim diyor Müslümanlara?! Ben din uzmanıyım, Kurân-ı Kerîm’i anlayarak
okumayın kafir olursunuz, meal okumayın dinden çıkarsınız diyor... Hatta Diyanet
çıkacak, diyecek ki insanlara: Bunların hepsi sapkınlık içindedir diyecek! Hocaları çıkacak KURAN’dan değil AĞLAYAN
KÜTÜK’lerden bahsedecek insanlara...
Ha eline Talmud’u... Babil Talmudu’nu alıp din diye anlatan NADİR
OĞULLARI.... Ha kendi uydurdukları dini anlatan NAKİT OĞULLARI! Ha Talmud
çökerse din çöker, Yahudilik çöker diyen KOHEN önderler.... Ha Buhari çökerse
din çöker, İslam çöker diyen bizim yerli KOHEN’ler! Bu yüzden diyorum ya hep!
Yahudileştik! İslamoğlu diyor ya: YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜ! İşte dün asrı saadette
ATEŞ BİZE SAYILI GÜNLER DOKUNACAK diyen din bilginlerinin söylediği sözleri
bugün şöyle bir bakın kimler söylüyor? Kimler söylüyor? Cehennem dediğin
sanki afedersiniz bir plaj da... Sanki MİAMİ BEACH da... Yancaz çıkcaz yancaz
çıkcaz... Diye diye bu ümmette ahlak bırakmadılar!
Saydık ya bu Yahudilerin özelliklerini 183. ayetten bahsederken... BİLE BİLE
GERÇEĞİ SAKLARLAR.... AYETLERİ GİZLERLER... AZ BİR PAHAYA AHRETLERİNİ SATARLAR!
Nedir bu az paha? DÜNYA! Söyledikleri sözleri Allah’a ithaf ederler... Diyor ya
bir tane hoca bizde de... BEN SÖYLEMİYORUM ALLAH SÖYLÜYOR!
Ve... Tekrar konumuza dönelim... Ne diyor Resulullah: 10 tane! Sadece 10
tanesi iman etse bu önderlerin... Bu Yahudi cemaatin geri kalanı koşa Allah’a
gelir.... Allah’a gelir! Yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum! Çocuklarını
tanır gibi tanır diyor ya ayette Allah... Kendi çocuklarının adlarını ne kadar
biliyorsalar.... Hangi çocuğunda hangi fiziksel işaret var biliyorsalar... Hangi
çocuğu’nun adı Josef... Yusuf... Hangi çocuğunun Jakop... Yani Yakup...
Biliyorsalar öyle de tanıyorlar, biliyorlar Resulullah’ı...
Ama kaybedecekler söyleseler.... Hani ondalık var... Bu din adamlarının geçim
kaynağı, zengin eden şey, cemaatlerinin her ay bağışladığı bu ondalıklar.... Ne
kazandıysan onun onda biri! İşte onu kaybedecekler.... Öyle bir alışveriş
yaptılar ki onlar dünya ile! Bu dünyanın zenginliğini ahrete tercih ettiler!
VEŞTERAV BİHİ SEMENEN GALİLE! Az bir bedele, az bir paraya sattılar
ahretlerini...Cemaatleri azalırsa kendilerine akan paralar, bu ondalıklar, zekat
paraları suyunu kesecek diye ahrete karşılık bu dünyayı tercih ettiler! FE
Bİ’SE MEE YEŞTERUN!... Ne kötü bir şey, ne çirkin bir şey satın aldılar...
Ne kötü bir alışveriş bu!
İşte bu yüzden asla iman etmiyorlar... Ayetleri saklıyorlar... Ve hatta
Resulullah diyor, soruyor benim hakkımda ve benim bu söylediklerim hakkında size
verilen ve yanınızda bulunan kitap ne diyor diye, işte ya tevil ediyorlar bu
söyledikleri Kitap’tan... Tevrat’tan zannedilsin diye... Ya da susuyorlar, cevap
vermiyorlar.
Zeyd bin Sabit diye bir sahabe var... Resulullah’ın
gençlerinden... Daha gencecik bir sahabe ama çok zeki... Hafızası çok güçlü...
Resulullah ne derse hemen ezberliyor sübhanallah! Ve Arapça yazmayı da biliyor,
zaten Resulullah’a bir vahiy geldiğinde hemen o ayetleri çoğu zaman o kağıda geçiyor...
Resulullah diyor buna... Ey Zeyd... Ey Zeyd... Süryanice ve İbranice’yi de
öğren... Sadece gelen mektupları tercüme etmek için değil! Resulullah’a
mektuplar geliyor tamam.... Aramice, İbranice, Arapça vs. Ama bir de bu Yahudi
din bilginlerinin kendi cemaatlerinden bir şeyleri gizlediğini gayet mükemmel
OKUDUĞU için.
İşte... Şimdi bu 187. ve 188. ayeti bir de bu mercekle, bu
bilginin ya da anahtarın, ipuçlarının ışığıyla şöyle tekrar okuyun. Ayetin
manası kendiliğinden kalbinize kendini gösterecek, hissettirecek...
Allah, kendilerine kitap verilenlerden “Onu mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, saklamayacaksınız!” diye söz almıştı. Fakat onlar verdikleri
sözü kulak ardına attılar. (Allah rızasını) Az bir dünyalığa sattılar ve çok
çirkin bir alışveriş yaptılar ve Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları
şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan
kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. Ali İmran 187 ve Ali
İmran 188...