Ey (dudaklarımdan çıkan şu) feryat! Sevgilinin naz uykusunu dağıttın (ettiğin ah ve yalvarışla onu daldığı tatlı rüyâdan uyandırdın); bu yaptığın nedir? Onu uyandırıp da dünyayı o fettan gözlerin fitnesiyle bir harâbeye çevirip de ne kazanacaksın?
Sevgilim, yaralı gönlüme acı da zülfünün tuzağında kalsın. Kırık kanatlı kuşu salıvermekten ne çıkar?
“Edersin gerçi her derde tabîbim bir devâ ammâ, Cünûn-i ehl-i aşk olunca, mâder-zâd neylersin?”
Ey doktorum, gerçi her derde bir ilâç bulup onu iyileştirirsin; ama âşıkların çılgınlığı, anadan doğma olunca, ona ne yaparsın (nasıl iyileştirebilirsin)?
“Varup gîsû-yi yârı öyle birbirine kattın, Yine bir fitne tahrîk eyledin ey bâd neylersin?”
Ey rüzgâr, gidip sevgilinin saçını öyle birbirine katıp dolaştırdın ki! Yine bir kargaşalık uyandırdın. Bu yaptığın nedir?
“Şehîd-i aşk-i tîğ-i yârdır sercümle-i âlem, Urup şemşîre dest ey gamze-i cellâd neylersin?”
Herkes, sevgili (si)nin kılıcının aşk şehididir. Ey cana kıyan yan bakış! Bir de sen kılıca el atıp ne yapacaksın?
“Behâiveş değilsin, kâbil-i feyz-i safâ sen de; Tekellüf bertaraf ey hâtır-i nâşâd neylersin?”
Ey tasalı gönül! Sen de Behâî gibi neşenin nimet ve saadetini anlayacak kâbiliyette değilsin. Samimi olarak konuşalım, söyle, bu hâlin ne olacak?