
Dijital İnsan Çağı
Hazırlayan: Mehmet Akif Ardıç (Akhenaton)
İnsanlığın dördüncü çağında yaşıyoruz. İlk olarak insan olduk. Sonra
medenileştik. Üçüncü Çağ, ticaretin yaratılışına tanıklık etti. Şimdi ise
dijitalleşiyoruz. Teknoloji, kişisel alanlarımızın çok ötesine uzanan yankılarla
iletişim, ticaret ve işlem yapma şeklimizi değiştirdi.[1]
Paleotik dönem, neolitik dönem derken; “Aydınlanma dönemi”, insanoğlunun
yaşadığı dünyada bir sıçrayışı oldu. Bu, insanoğlunun aydınlanma dönemi mi,
kargaşaya sürükleniş dönemi mi tartışılır.[2]
İnsanoğlunun hem dünyayı hem kendini değiştirip geliştirme çabaları hızla
devam etti. Şimdilerde yaşadığımız bu büyük doğum sancısı, bizi dijital insan
çağına doğru sürüklüyor gibi. Evet, dijital çağın içinde dijital insan çağı
başlayacak gibi.
Biz bu sancıyla uğraşırken, derdimiz COVID-19, sokağa çıkamamak, gezememek,
alışveriş yapamamak iken bazıları bizim tüm gereksinimlerimizi kendilerinin
belirleyeceği bir dünya hazırlığı içinde.
Dijital dünyanın hayatımıza büyük kolaylıklar getirdiği bir gerçek. Ama bunun yanı sıra hayatlarımızdan götürdükleri, karşımıza çıkardığı tehlikeler de bir
gerçek. Böyle süper insan olacaksınız, hayatınız süper olacak gibi şeyler de baş
döndürücü tabii. Ama siz, siz olmayacaksınız. Sizin yerinize düşünen ve hareket eden
bir başka beyin olacak. Sizi istediği gibi kontrol eden olacak.[2]
21. yüzyıl, “dijital çağ” olarak nitelenebilir. Dijitalleşme, yaşamın
her yanını ve her yönünü etkileyen bir teknoloji devrimidir. Bu devrimin ayak
sesleri, 20. yüzyılın ortalarından itibaren sibernetik, yönetimde matematik,
bilgi işlemci cihazların üretimi, ilk bilgisayarlardan sonra bu alanda yaşanan
hızlı gelişim ve bilgisayarın resmi kurumların ve özel sektör kuruluşlarının
elinde bulundurma lüksünün aşılarak ailelere, her kesimden bireylere, küçük
işletmelere ve gençlere kadar yaygınlaşması ile internetin gelişip yaygın bir
hal alması şeklinde sıralanabilir. Özellikle son iki gelişme; yani PC
sahipliğinin ve internetin ekonomik olarak kolay ulaşılabilir hale gelmesi ve
yeryüzünün her yerinde yaygın bir kullanım alanı bulması, dijital çağın taşıyıcı
iki ana ekseni olmuştur.[3]
Deneysel olarak tecrübe edilmiştir ki bireyin gündelik hayat pratikleri,
dijital atmosferde gözle görülür bir surette dönüşmüştür. Geleneksel dönemde
alaturka vakitler olarak taksim edilen gün, bugün bakıldığında çok daha dakik
bir surette yaşanmakta ve birey telefonlar vasıtasıyla güne uyanmaktadır. Somut
bir nesne olarak anahtarlar yerine dijital kumandalar, mekanlar arası iletişimde
mektup yerine e-mailler ikame olmuştur. Kitap okuma edimi, kimilerince hala
kağıda dokunmak suretiyle yapılsa da büyük oranda ekrana dokunmak suretiyle de
icra edilmeye başlanmıştır. Geleneksel anlamda alışveriş yapma eylemliliği
düşünüldüğünde, müşteri ile meta arasındaki unsur olan esnafın yerini,
e-mağazaların yani dijital ekranların aldığı görülmektedir.
Hayatımızı kuşatan şeylerin neredeyse hepsi sanal ön-ekiyle terkip edilerek
yeni bir toplumsal gerçeklik meydana gelmiş ve tabir caizse paralel dünyalar
meydana gelmiştir. Sanal para, sanal mekan, sanal zaman, sanal kimlik, sanal
cemaat, sanal tipoloji vs. gibi terkiplerin yanı sıra herhangi bir fenomenin
dijitalliğine vurgu yapan “e-” ön-ekli, e-ticaret, e-imza, e-kimlik, e-devlet
vs. birçok yeni kavram, halihazırda hayatımızı kuşatmış durumdadır. Dijitalleşme
olarak ifade edebileceğimiz bu süreçte bireyin durumu, zikredilen örneklerden
mülhem bir şekilde e-insan, sanal insan ifadesiyle anlamlı olmaktadır. Bireyin
gündelik hayat pratiklerini değiştiren, davranış örüntülerinin eylenme
biçimlerini dönüştüren bu kültürel aurada birey tabir caizse bir “Dijital İnsan”
halini almıştır.[4]
Dijital İnsan’ın kimliğine dair izdüşümler siber-uzamda, fotoğraflar,
tweetler, durum paylaşımları, emojiler, konum bildirimleri vs. gibi dijital
unsurlar üzerinden gerçekleşmektedir.[5]
Transhümanizm
Transhümanizm; var olan insan formu ve kısıtlamalarının ötesinde zeki yaşamın
daha ileri düzeyde sürdürülebilmesi ve evrimleşmesinin hızlandırılması, yaşamı
yücelten ilke ve değerler çerçevesinde, bilim ve teknoloji yoluyla sağlanması
gerektiğini öngören felsefeler bütünüdür.[6]
Başka bir deyişle, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması ve
yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönlerinin
ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğini
öne süren uluslararası bir entelektüel ve kültürel harekettir.[7]
Nietzsche, 1891 yılında yazdığı “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı kitabında
üst-insanı şu şekilde tanımlar: İnsan aşılması gereken bir varlıktır, hayvan ile
üst-insan arasına bağlanmış bir halattır; öyle bir halat ki, bu halat bir
uçurumun üzerinde yer alır.” [8]
Julian Huxley, 1957 yılında yayınladığı “New Bottles for New Wine” adlı
eserinde insanın kendisinin ötesine geçebileceğini, kendi bütünlüğü içinde birey
olarak kendini aşabileceğini ifade etmektedir. Huxley, aynı zamanda bu inanış
yeterince insana ulaştığında insan türünün yeni bir varoluşun eşiğinde
olacağını, kendi kaderini bilinçli olarak yerine getireceğini iddia eder ve bu
inanışı “transhümanizm” olarak adlandırır.[6]
Transhümanizm teriminin ilk kullanılış tarihi 1957’ye kadar uzansa da terimin
çağdaş anlamı 1980’lerde California tabanlı bir grup gelecek bilimcisi, bilim
insanı ve sanatçının o zamana kadarki gelişmeleri düzenleyip transhümanist
hareketi oluşturmasıyla başlar. Transhümanist düşünüler insanın sonuçta çok
gelişmiş yeteneklerinden ötürü post-human (post insan veya insan ötesi) adını
almayı hak edecek olan bir varlığa dönüşeceği öngörüsünde bulunurlar.[7]
Transhümanist düşüncenin temel yapısında genetik mühendisliği, nanoteknoloji,
klonlama ve diğer teknolojiler ile hayat süresinin uzatılmasının (kimilerine
göre ölümsüzlük) sağlanması gerektiği, insan biyolojisinin geçirmesi gereken
radikal değişim yatar. İnsanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması
ve yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönlerinin
ortadan kaldırılması amaçlanır. Dolayısı ile insanın fiziksel, entellektüel ve
psikolojik yapısını geliştirebilecek her teknoloji ve bilimsel çalışma
transhümanizme konu olmaktadır.[9]
Son derece büyük bir değişime ve dönüşüme uğramış bir insanlık geleceği
düşüncesi dünya çapında çok sayıda taraftarla beraber çok değişik bakış
açılarından eleştiriyi de beraberinde getirmiştir. Transhümanizm bir yandaşı
tarafından “insanoğlunun en cüretkar, cesur, yaratıcı ve idealist amaçlarını
temsil eden bir hareket” olarak tanımlanmıştır. Bu hareketin bariz bir karşıtı
ise onu “dünyanın en tehlikeli fikri” olarak tanımlamıştır. [7]
Yapay Zeka
Sözlük tanımı olarak yapay zeka, bir bilgisayarın veya bilgisayar
kontrolündeki bir robotun çeşitli faaliyetleri zeki canlılara benzer şekilde
yerine getirme kabiliyeti olarak tanımlanmaktadır.
Yapay zeka alanı resmi, bilimsel bir alan olarak 1956 yılına kadar
oluşturulmamıştır; tarihte birçok mitte (Antik Yunan, Çin ve Mısır) izleri
görülse de ilk yapay zeka kavramı Hanover, New Hampshire, Dartmouth College’da
yapılan bir konferansta kullanılmıştır. Başlangıçta Marvin Minsky gibi önemli
bilim insanları yapay zeka gelişiminin çok hızlı ilerleyeceği konusunda oldukça
iyimser bir tutum sergilemişlerdir fakat, yapay zeka alanındaki gelişmeleri
eleştiren raporların yazılması sonucunda 1974-1980 arasında yapay zeka kışı
yaşanmıştır. 1987-1993 yılında bazı girişimler olsa da yapay zeka ilk önemli
gelişmesini IBM’in ürettiği Deep Blue adlı bilgisayar, o zamanın dünya satranç
şampiyonu Garry Kasparov’u yenmesiyle yaşamıştır. O zamandan günümüze yapay zeka
teknolojisinde elde edilen gelişmeler sonucunda yapay zeka adım adım hayatımıza
biz tam olarak farkında olmadan yerleşmiştir.
Yapay zeka teknolojisinin de diğer teknolojilerde de olduğu gibi insanlara
zarar vermesi için tasarlanabilme ve iyi bir iş için programlanırken zarara yol
açabilme ihtimalleri bulunmaktadır. Bu kaygıların yapay zeka teknolojisinde daha
çok yer edinmesindeki sebep getirebileceği zararın büyüklüğüdür. Fakat, birçok
insanın yapay zekayı tehlikeli bir teknoloji olarak görmesinin asıl nedeni yapay
zekanın kontrolden çıkması durumunda nelerle karşılaşılabileceğinin ve nasıl
durdurulabileceğinin tam olarak bilinmemesine dayanmaktadır. Birçok şirketin ve
ülkenin yapay zeka üzerinde gizli çalışmalar yürütmesi de tedirginliğe yol
açmaktadır. Bu şirketlerden biri olan Google-X’te yapılan çalışmalar hakkında
Google’nin kendi çalışanlarının bile sınırlı bilgisi bulunmaktadır. [10]
Günümüzde yapay zekâ teknolojileri internetteki içeriklerin otomatik olarak
tanınması ve kategorize edilmesinden sürücüsüz otomobillere kadar hayatımızın
hemen hemen her alanına girmiş durumda. Uzmanların beklentisine göre
bilgisayarlar ve robotlar önümüzdeki 10-15 yıl içinde Turing testinden başarıyla
geçecek, kendilerine verilen hemen hemen her görevi sadece insanlar kadar iyi
yapmakla kalmayacak daha süratli ve iyi yapacaklar. Böylece kaçınılmaz bir
gelişme olarak bilgisayarlar, pilotluktan kitap yazarlığına kadar hemen hemen
her alanda insanların yerini almaya başlayacak.
Bu tabii ki bugüne kadar sadece sevimli yüzünü gördüğümüz yapay zekânın diğer
yüzü. Her ne kadar son zamanlarda dünyaca ünlü İngiliz bilim insanı Stephen
Hawking’den Bill Gates’e kadar birçok bilim insanı ve uzman birbiri ardına bu
olası gelişmeler karşısında uyarılarda bulunsa da, bu tip endişelerin özellikle
küresel ekonomi taraftarları ve büyük sermaye grupları tarafından öyle pek de
ciddiye alınmadığı gözlemleniyor.
Bunun başlıca nedeni olarak da yapay zekâ teknolojilerinin kullanılmasıyla
özellikle personel giderlerinin ve üretim maliyetinin görece düşecek olması
gösteriliyor. Bu grupların, zeki ve yaratıcı insanların tüm bu süreçte ne olursa
olsun zarar görmeyeceğini hatta kazançlı çıkacaklarını iddia etmesi de ilginç.
Ancak belki de en etkileyici görüş, yapay zekâ teknolojilerine karşı dikkatli
olunması gerektiği fikrinde olan, Tesla Motors ve SpaceX’in kurucusu Elon
Musk’tan geliyor. Musk kısa bir süre önce Twitter’da yapay zekâ teknolojisini
nükleer teknolojiyle karşılaştırarak, yapay zekânın potansiyel olarak atom
silahlarından bile daha tehlikeli olduğunu ileri sürmüştür.[11]
Rus Ortadoks Kilisesi Patriği Kirill ise, insanların akıllı telefonların
köleliğine düşmesinin sonucu olarak Deccal’in insanlığı “gadget”ler ve internet
aracılığıyla kontrol edeceği konusunda Ortadoks Hıristiyanları uyarmıştır.[12]
Bu alt başlığı noktalarken, Fizikçi Stephen Hawking’in söylediklerini yeniden hatırlayalım:
“Dünyadaki hayat; nükleer savaş, genetik olarak değiştirilmiş bir virüsün
yaratılması ya da yapay zekâ tehdidi nedeniyle sona erebilir.”

Şekil 1. Akıllı Ev.
Akıllı Ev
Dijitalleşme furyası, kamusal alanı dönüştürdüğü gibi özel alanı da
dönüştürmektedir. Örneğin teknolojinin analog dönemlerine tekabül eden bir zaman
diliminde, çamaşır makinasının gündelik hayata dahil olmasıyla beraber meydana
gelen yeni toplumsallık konumuzun anlaşılması bağlamında dikkatleri çekebilecek
bir örnektir. Çamaşır makinası icat edildikten ve yaygınlaştıktan sonra, kadının
eve, yani bir başka deyişle özel alana olan bağımlılığını azaltmış ve neticede
kadının kamusal alana dahlini kolaylaştırmıştır. Gittikçe eve daha az bağımlı
hale gelen kadın, çalışma hayatına katılarak üretim faaliyetlerine katkı
yapmıştır. Üretim kapasitesinin genişlemesi, şüphesiz ham madde ve pazar
alanlarına olan ihtiyacı genişletmiştir.
Belli bir otomasyon sistemi yahut akıllı telefonlar marifetiyle kontrol
edilebilen evler, günümüzde ev ve iş yerlerinin iç ve dış dizaynının önemli bir
parçası olmuşlardır. Akıllı ev olarak ifade edilen evler, tek bir merkezden
kontrol edilebilen ve evleri daha tasarruflu, güvenli, konforlu bir hal ile hane
yaşamını kolaylaştıran ev sistemleridir.[13]
Şekil 1’deki görsel incelendiğinde akıllı evlerin ne ve nasıl olduğuna dair
soru işaretleri bir nebze izale olmaktadır. Göze çarpan en temel özelliği,
sensörler vasıtasıyla tesis edilen güvenlik sistemidir. Deprem, gaz kaçağı,
yangın, rüzgar, yağmur, su baskını vs. doğal afetlere karşı önlem alınan bir ev
sistemi olduğu görülmektedir. Konforun ise akıllı evin diğer temel işlevi olduğu
görülmektedir. Otomasyon yahut herhangi aplikasyon vasıtasıyla, perdeler açılıp
kapanabilir, panjurlar hava şartlarına göre ayarlanabilir yapıdadır. Fiziki efor
gerektiren birçok evsel faaliyet tek merkezden, kolaylıkla kontrol
edilebilmektedir. Bir tipleştirme ve dijital kültürde bireyin hane yaşamına dair
bir çözümleme şeklinde ele aldığımız dijital insanın yaşam alanı akıllı
evlerdir. Akıllı ev, mekanı dijitalleşmeyle beraber dönüştüren, dijitalleşmiş
fiziki/coğrafi mekana tekabül etmektedir. Akıllı evler, dijital insanın özel
alanını şekillendiren praksisleri inşa etmektedir.[14]

Öjenik Uygarlık Çağı
Son on bin yıldır yeryüzünü yakıp yıkan uygarlaşma serüveninin yepyeni bir
aşamaya girdiğini söyleyebiliriz. Bu yeni aşamanın adı, ‘Öjenik Uygarlık’.
İnsanlığın uygarlaşma tarihindeki dönüm noktalarını kısaca anımsayalım;
toplayıcı-avcı yaşamdan tarıma geçiş (Neolitik Devrim), tarımdan sanayiye geçiş
(Sanayi Devrimi) ve sanayiden bilgi toplumuna geçiş (şimdilerde yaşadığımız
Enformasyon Devrimi). İşte Öjenik Uygarlık, bir sonraki halkayı ifade
ediyor.[15]
Öjenik Uygarlık, yeryüzünde kendiliğinden sürmekte olan organik yaşamı doğal
seyrinden kopararak, önceden belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden
oluşturma çabası olarak ifade edilebilir.
Doğal olana antipatiyle yaklaşan Öjenik Uygarlık anlayışı, biyoteknolojinin
insana ve tüm diğer canlı organizmalara yoğun olarak uygulanmasını
savunmaktadır.[16]
Öjenik Uygarlık, hem geçmişteki uygarlaşma atılımlarının mantıksal bir ürünü
hem de o atılımları kat be kat aşacak yeni bir atılımın habercisi. Öjenik
kavramının kökeni, Yunancada “iyi doğmuş” anlamına gelen “eugenes” kelimesine
dayanıyor.
Öjenik Uygarlığı özetle, yeryüzünde kendiliğinden sürmekte olan organik
yaşamı doğal gidişinden kopararak, önceden belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda
yeniden oluşturma çabası olarak anlayabiliriz. Öjenik Uygarlık şu temel tezleri
savunuyor gibi gözüküyor:
- ‘Madem ki bireysel ya da toplumsal davranışları istenilen doğrultuda
biçimlendirmek için bugüne kadar kullandığımız sosyal, siyasal, ekonomik ve
eğitsel düzenlemeler bir işe yaramadı; biz de bu pahalı ve dolambaçlı
yöntemler yerine ‘genetik’ gibi daha direk bir yöntem deneyelim.
- ‘Madem ki canlılar arasındaki ‘tür sınırı’ (insan, hayvan, bitki vb)
istediğimiz melezleri yaratmamızı engelliyor, artık tür kaygısından vazgeçip
bu sınırları kaldıralım.’
- ‘Doğanın rastlantısallığı plan yapmamıza izin vermiyor. Öyleyse
laboratuar yöntemleriyle kendimiz bir doğa yaratalım.’
- ‘Gelecek bilinmez potansiyeller içeriyor. Öyleyse geleceği saniye saniye
isteklerimiz doğrultusunda planlayalım!’
Öjenik Uygarlık savunucularına göre, bu çalışmalar insanlığın sorunlarını
neredeyse tümüyle çözecektir. Örneğin öldürücü hastalıkların tedavisi mümkün
olacak, insanların fiziksel ve içsel nitelikleriyle rahatlıkla oynanabilecek,
gerek yetişkinler gerekse de henüz doğmamış çocuklar için ‘arzu edilen
nitelikler’, istenilen miktar ve kalitede kataloglardan beğenilebilecek, tarımda
verimlilik artırılarak açlık önlenebilecek, kısır kadınlar ya da es¸cinsel
çiftler çocuk sahibi olabilecek, genetik yöntemlerle türetilmiş enerji sayesinde
yaşlılık geciktirilecektir.
Ne yazık ki biyoteknoloji savunucularının çizdiği bu pembe tablo, bedava
değildir. Bu tablonun maliyeti küresel genetik felakettir! Çünkü biyoteknoloji,
nükleer teknolojiden bile çok daha tehlikeli bir teknoloji türüdür.
Biyoteknoloji yeni ve çok tehlikeli bir kirlenme biçimini de birlikte
getirmektedir: ‘genetik kirlenme’! Genetik kirlenmenin diğer kirlenme
biçimlerinden daha tehlikeli olmasının nedeni şudur: Bugüne kadarki teknolojik
denemeler çoğunlukla cansız, inorganik maddeler üzerinde yapılmıştır. Bu
nedenle, üreyemeyen bu cansız ürünlerin doğadaki dolaşımı belirli sınırlar
içinde kalmıştır. Modern biyoteknolojide ise çalışmalar yalnızca canlı
organizmalar üzerinde yapıldığı için, bu organizmaların hızla doğaya yayılarak
çoğalmasını engellemek ya da denetlemek çok zordur. Genetik mühendislik bir
deney tüpü bilimidir. Bir deney tüpünde üzerinde çalışılan herhangi bir genin,
yalnızca bu deney tüpü içindeki davranışları bilinebilir. Söz konusu gen, farklı
bir organizma türüne yerleştirildiğinde, orada nasıl davranacağı önceden
bilinemez.
İşte birkaç örnek : Kırmızı renk kazandırmak amacıyla petunya çiçeğine
yerleştirilen genler, çiçeğin yapraklarının rengini değiştirmenin yanı sıra,
çiçeğin doğurganlık oranı ile köklerinin ve yapraklarının büyüme hızını da
azaltmıştır. Somon balığına yerleştirilen büyüme hormonu geninden sonra balık,
hem hızla ve aşırı büyümüş hem de rengi yeşile dönmüştür. 1990’da yayınlanan bir
deney raporuna göre ‘fare embriyolarına’ mikro enjeksiyonla AIDS virüsü taşıyan
insan genleri yerleştirilmiş. Farenin taşıdığı AIDS virüsü, diğer fare
virüsleriyle birleşmiş ve eskisinden daha öldürücü, daha hızlı üreyen yeni
biyolojik nitelikler kazanmış. Üstelik bu yeni virüs daha çeşitli yollarla da
yayılabiliyormuş.
Biyoteknoloji laboratuarlarında çeşitli canlı varlıklar birbirlerine
ekleniyor, birleştiriliyor, yeni kombinasyonlarla tekrar ayrıştırılıyor ve
böylece yeni canlı ürünler yaratılıyor. ‘Transgenetik Ürünler’ olarak
adlandırılan bu yapay organizmaların çevreye yayılıp kendi karakteristik
özelliklerini diğer organizmalara bulaştırmaları, yeryüzündeki hayvan, insan ve
bitki türleri için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Biyoteknoloji ürünü
bitkilerin genleri ‘polinasyon’ yoluyla genleri değişikliğe uğratılmamış mahsule
ve yabani bitkilere ‘bulaşabilir’ ve yeni türlerin ortaya çıkmasına sebep
olabilir. İşte bütün bunlar ‘genetik kirlenme’dir.. Bu örneklerden de
anlaşılacağı gibi, her genetik müdahale beraberinde öngörülmeyen bir takım yan
etkiler getirebilmekte, her ‘genetik mühendislik ürünü organizma’ ekosistem
üzerinde potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle mikroskobik
organizmalar bir kez doğaya yayıldı mı, onları tekrar laboratuarlara sokmak
imkânsızdır. Öjenik Uygarlık çağında en olası gelişmelerden biri, yeryüzünün
ansızın veya aşamalı olarak trans-genetik canlı yayılımıyla karşı karşıya
kalmasıdır. Hiçbir denetim mekanizmasının işleyemeyeceği böyle bir yayılma
ekosistem için ‘küresel genetik felaket’ olacaktır. [15]
Bireyin İdeolojik Aygıtları
Dijitalleşme bir yandan bilginin hızlı üretimi, yayılımı ve tüketiminin önünü
açarken, bir önemli gelişmeyi de beraberinde getirmiştir: Teknolojinin
ucuzlaması ve yaygınlaşması. Ayrıca, 15. yüzyılda matbaanın bulunması ile
birlikte ortaya çıkan bilginin halka ulaşması ve halkın bilgiyi kullanmasına
benzer bir süreci 21. yüzyılda yaşamakta oluşumuz, yeni bir aydınlanma çağını
doğurabilir mi? sorusunu da beraberinde getirmektedir.
20. yüzyılın sonlarından başlayarak devam eden teknolojinin yaygınlaşması
süreci, bireyleri bilgisayar sayesinde her türlü bilgiye ulaşır kılarken, bir
yandan da dijital aletler sayesinde görsel sanatlar ve özellikle fotoğraf ve
görüntü teknolojileri de sokağa inmiştir.[17] Bireyin daha önce sadece
izleyicisi olduğu filmler, sinemalar ve diğer görüntüler, artık dijital
teknolojilerin sokağa inmesi ile bireyin yapımcısı ve yöneticisi olduğu bir
kurgusal görsellik alanı yaratma şansını bireye sunmuştur.[18]
Yaratılan bu görsellik ise internet üzerinden tüm dünyaya sunulmaktadır.
Özellikle sosyal paylaşım siteleri olarak adlandırılan popüler sanal ortamlar
sayesinde bireysel üretimler birkaç saat içinde binlerce kişiye ulaşmaktadır.
Gittikçe yaygınlaşan sosyal ağlara son beş yılda, sosyal ağ sitelerine, on
milyonlarca internet kullanıcısı talep göstermiş ve sosyal ağlar hem yetişkin
hem de genç kullanıcılarla değerini arttırmıştır. Bu noktada sosyal ağlarla
ilgili sayısal verilere bakıldığında şaşırtıcı ve ilginç rakamlarla
karşılaşılmaktadır.[19]
- Üniversite öğrencilerinin % 82’si ve 19 yaş altının % 55’i sosyal ağ
kullanır.
- 13-19 yaş arasının % 28’inin blogu bulunmaktadır.
- İnternet kullanıcılarının % 28’i etiketlenmiştir ya da fotoğraflar, yeni
hikayeler, ya da blog mektupları gibi online içeriklerine göre sınıflandırılmışlardır.
- İnternet kullanıcılarının % 48’i YouTube gibi video paylaşım sitesi
kullanmaktadırlar.[20]
Yukarıdaki veriler de göstermektedir ki, artık sanat galerilerinin, sinema
salonlarının yerini sosyal paylaşım siteleri almıştır. Facebook üzerinden günlük
paylaşılan amatör videoların sayısının 500.000’in üzerinde olduğu bilinmektedir.
Youtube, flicker vb. gibi popüler video ve fotoğraf paylaşım siteleri sayesinde
bu ürünler gün içinde binlerce kişiye ulaşabilmektedir. Bireylerin yönettiği
amatör bloglar, web siteleri, haber portalları geometrik bir biçimde
artmaktadır. [19]
Bu yeni bilgi üretme ve paylaşma ortamının adı sosyal medyadır. Sosyal medya
kısaca internet tabanlı olarak bireyleri farklı bireylerle sanal uzamda
buluşturan web tabanlı hizmetler şeklinde değerlendirilebilir. Oliver Boyd-Barrett
ise, profil kavramını ön plana çıkararak, sosyal medyayı kişilerin oluşturmuş
oldukları profiller üzerinden yorumda bulunarak birbirleriyle ilişki kurdukları
bir web sitesi kategorisi şeklinde görmektedir.[21] Sosyal medya aracılığı ile
amatör sinemacıların çektiği kısa ya da uzun metrajlı filmler, üretilen uzun
metrajlı filmlerin sayısını aşmış durumdadır.[19]
Kişisel Mahremiyet ve Panoptikonizm
Michel Foucault, “Hapishane’nin Doğuşu” adlı kitabında Panoptikonizm’i (her
şeyi tüm yönleri ile ışık altına çıkarıp görünür kılma) anlatırken, gözetlenme
duygusunun bireyin davranışlarını sınırlamasındaki iç otokontrolün nasıl
çalıştığına işaret eder. Birey gözetlendiğini ve her an her saniye görünmez bir
gözün üzerinde olduğu duygusu ile her saniye kendini güvensiz hisseder; bunun
sonucu ise itaat duygusudur.[22]
1970’li yıllardan itibaren özellikle görüntü teknolojilerindeki olağanüstü
gelişmeler ve uydu teknolojisindeki ilerlemeler sayesinde bugün yaşayan tüm
bireylerin bildiği bir gerçeğe ulaşmış durumdayız. Her an her saniye ve her
koşulda, görünmez bir gözün bizi takip ediyor olabileceği ve her hareketimizin
kayıt altında olabilme ihtimali. Bireyin konuştuğu her kelimenin
kaydedilebileceği, günün her saatinde yolda, sokakta, işyerinde, okulda, sanal
ortamlarda vb. görünmez gözler tarafından takip ediliyor olabilme ihtimali
günümüzün gerçekliğidir. Teknoloji bireyin mahremiyetini yok etmiştir. Birey
teknoloji karşısında savunmasız ve çırılçıplak ve edilgen bırakılmıştır.
Foucault’nun “panoptikanizm” kavramı toplumsallaşmıştır.[19]
Kişisel Mahremiyetin İhlali
Türk Dil Kurumu’nun (TDK) resmî web sitesinde mahremiyetin sözlük anlamı
“gizlilik” olarak belirtilmektedir. Terim Arapça kökenli olmakla birlikte
insanların dini inancıyla da ilişkilidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmî
web sitesinde bulunan Dini Kavramlar Sözlüğünde mahremiyet dini bağlamda “haram
kılınmış veya yasaklanmış şeyler” olarak ifade edilmektedir.
Yapılan akademik çalışmalarda mahremiyet kavramı, “yalnız kalma hakkı”,
“kişisel bilgileri diğerlerinden koruma hakkı” olarak ele alınmaktadır. Wade L.
Robison da benzer yaklaşımla mahremiyeti “yalnız/kendi halinde olma hakkı”
olarak ifade eder. N. Çelikoğlu ise, “kişilerin yalnız başlarına kalabildikleri,
başkalarıyla hangi koşullarda ilişki içerisine gireceklerine kendilerinin karar
verebildikleri bir alan” olarak tanımlar.
Mahremiyet, genel olarak bireylerin gizli kalması gerektiğine inandığı
bilgileri içeren bir alandır. Bu alan;
- Bireyin kendi yaşamı içerisinde özel bir yer teşkil eder.
- Kamuya kapalıdır.
- Her birey için özel anlam ifade ettiği ve sınırları belli olmadığı için
muğlâktır ve
- Kendine ait etik kodlar içerir.
S. B. Berkup da özel alan vurgusu yaparak mahremiyeti; kişinin başkalarıyla
paylaşma gereği duymadığı ve başkaları tarafından da bilinmesini istemediği
gerçekleri olarak tanımlar. S. G. Dedeoğlu, mahremiyeti hukuki çerçevenin
yardımıyla özgürlük ve demokrasi ile ilişkilendirip, birey ve toplum açısından
korunması gereken “iyi” olarak adlandırır. Buna karşılık A. K. Yıldız ise
mahremiyet duygusunu hukuki yollarla şekil vermek yerine vicdani olarak korumak
gerektiğini belirtir. Avrupa’da yaşanan endüstri hareketleri ile mahremiyet,
hayatı özel ve kamusal alan olarak ayrıştırırken; küreselleşmeyle beraber BİT
araçları, bu alanları homojenleştirerek ayrımı daha da zorlaştırmaktadır.
Bireyler kendilerine ait bilgileri kendi istekleri doğrultusunda 1 ve
0’lardan oluşan dijital dünyada paylaşması sosyal medya araçları ile artmıştır.
Özellikle bu platformların çeşitliliğinin artmasına paralel olarak kullanıcı ve
paylaşılan öğe sayıları da artmaktadır. Bilgi paylaşımındaki bu eğilim ve
dijital hayatın ilkelerini bilmemek ya da farkında olmamak, bireyleri çoğu zaman
zor duruma düşürerek, gizlilik ve mahremiyet ihlallerine neden olmaktadır.
Bireylerin, sorunlarını ya da sırlarını, bu ortamlarda sosyolojik ve psikolojik
gereksinimlerinden dolayı kendisine en yakın hissettiği kişi ya da gruplarla
paylaşması aslında mahremiyetin ihlal edilmesidir.[23]

Evrensel
biyometrik kimlik.
ID2020 Projesi
Microsoft’un bu projesi ile amaçlanan şey, evrendeki her bir insana dijital
kimlik vermek, fertlerin “dijital kimlik” haklarını almak olarak ifade
edilmektedir. Dijital kimliği bir hak ve gereklilik olarak sunan projede
blockchain temelli ilk dijital kimlik tanıtılmıştır. Blockchain, en basit
ifadeyle, herhangi bir tek varlığa ait olmayan bir bilgisayar kümesi tarafından
yönetilen, zaman damgalı bir dizi veri kaydıdır. Bu veri bloklarının her biri
şifreleme ilkeleri kullanılarak sabitlenir ve birbirine bağlanır. Günümüzde
dünya genelinde büyük bir belirsizliğe sebebiyet veren koronavirüs pandemisinin
bu projeye dolaylı yollardan destek olması birtakım soru işaretlerini
beraberinde getirmektedir. Kurucu ortakları arasında Accenture, Aşı İttifakı
Gavi, Rockefeller Vakfı, Microsoft ve IDEO’nun yer aldığı ID2020 projesinde,
hiçbir hükümet, şirket veya kurumun günümüzde yaşanan bu sorunu tek başına
çözemeyeceği ifade edilmektedir.
İddialara göre ID2020 projesi çerçevesinde dijital kimlik çipler eşliğinde
kullanıcılara verilecek, tanımlanan kimlikler öncelikle çiplere yerleştirilecek
ve aşılarını düzenli bir şekilde olanlar her türlü hizmetten, uygulamadan
yararlanabilecektir. Olmayanlar ise birçok hizmetten yararlanamayacaktır. İşte
tam da ID2020 projesinin konuşulduğu bir dönemde koronavirüs pandemisinin patlak
vermesi akıllarda soru işaretleri ve derin endişeler oluşturmuştur. İnsanların
kendilerine çip taktırma fikri en başta menfi gibi görünse de fertlerin
hayatlarına devam edeceği ve hastalıklarla mücadele edebileceği fikriler bu
teknolojiyi cazip kılabilecektir. Beyin çipinin amacı elektrik sinyallerin
iletiminde hücrelere yardımcı olmak ve beynin ilgili bölgelerinde hareketliliği
tespit ederek doğru sinyal kodunun nasıl olması gerektiğini anında tahmin
etmektir.
Son yirmi yıldır sinirbilimciler sessizce BrainGate adında, insan aklını
bilgisayarlara kablosuz olarak bağlayan ve sadece dünya sahnesine ulaşan devrim
niteliğinde bir teknoloji inşa ediyorlar. Çiplerle birlikte artık şimdi şahsi
bağımsızlığımız hakkında daha derin sorular sormaya başlamamız gerektiği
görülmektedir. Beyin bilgisayar arayüzlerinin imkânları hem heyecan verici hem
de korkutucudur. Örneğin, başkalarıyla düşünce yoluyla iletişim kurma kabiliyeti
heyecan vericidir, ancak başkalarına zihninizi okuma yeteneği vermek
ürkütücüdür. Bir ışık anahtarını kontrol etmek ya da bir kişinin aklındaki bir
arabayı kullanmak heyecan vericidir; başkalarının zihninizi kontrol etme
potansiyeli ise korkutucudur. Bizi daha akıllı hâle getirmek için yapay zekâyı
kullanmak harika olurdu; bizden çok daha zeki ve daha güçlü büyüyebilecek yapay
zekâ oluşturmak ise kâbustur! Kısacası beynin hacklenmesi de ihtimaller arasında
yer almaktadır.[24]
ABD’de efsane olarak bilinen siyasi danışman ve yazar Rager Stone, katıldığı
bir radyo programında şöyle demiştir:
“Bill Gates’in bu salgını yaratım ve yönetim sürecinde rol oynayıp oynamadığı
tartışmaya açık.Muhafazakar arkadaşlarımın bazıları bunu saçma bulurken,
bazıları kesinlikle doğru buluyor. Gates ve bazı küreselciler, aşıyı zorunlu hale
getirmek ve İNSANLARA MİKROÇİP takmak için kullanıyorlar. Zorunlu aşı mı?
Cesedimi çiğnemen lazım! İmkânı yok!” [2]
Deccal’in İşareti: 666
Deccal ve Deccal’in İşareti tanımları, İncil’in Vahiy/Esinlenme bölümünde yer
alan bir olaya atıftır:
“Küçüklerin ve büyüklerin, zenginlerin ve fakirlerin, hürlerin ve kölelerin
hepsine, sağ elleri ya da alınları üzerine, onlara damga vurduruyor ve canavarın
(deccalın) adı, ya da adının sayısı damgası kendisinde olmazsa; kimseye alış
veriş ettirmiyor. İşte hikmet budur. Canavarın sayısını, aklı olan hesap etsin;
çünkü insan sayısıdır ve onun sayısı Altı yüz altmış altıdır” (Vahiy 13:16-18 )
666, İncil’de geçen Deccâl’in sayısı ve işaretidir. Deccâl, sözlükte “bir
şeyi örtmek, yaldızlamak ya da boyamak” anlamındaki “decl” kökünden türeyen bir
sıfat olup klasik kaynaklarda “âhir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulâde
olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi” diye
tarif edilir.
Deccâl kelimesi, Kurân-ı Kerîm’de geçmemektedir. Hz. Muhammed’e
nispet edilen rivayetlerde “muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen
kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kötü kimse” anlamındaki Mesîh kelimesiyle
birlikte “el-mesîhu’d-deccâl” ve “mesîhu’d-dalâle” şeklinde kullanılmıştır.[25]
Carlos Madrigal, “İncil’in Vahiy Bölümünün Yorumu” adlı kitabında, bu sayının
yeni bir dünya ekonomik düzenini simgelediğini söylüyor. Parayı ortadan kaldıran
bileşik sistem! Yazara göre aslında bu “hoş” gibi duran sistem, “canavar“ın
amaçları doğrultusunda insanları kontrol etmeye yarayacaktır. Aynı kitabın 176.
sayfasında, “Bu rejim tarafından sakıncalı buluna kişiler, ne bir şey satın
alabilecek ne de satabileceklerdir. (13:17) ” ifadesi kullanılıyor.[26]
Son yıllarda bir malın alınıp satılmasında, malın fiyatı dahil gereken diğer
özelliklerinin kolayca takip edilmesinde, elektronik okuma kolaylığı için,
eşyanın üzerine barkod denilen siyah düz çizgiler içeren etiketler
vurulmaktadır. Bu işaretleri taşımayan eşyaların alınıp satılması, önemli
marketlerde artık mümkün değildir. Bu sistemi IBM firmasında çalışan, George
Joseph Laurer isimli bir mühendistir. İşin asıl ilginç yanı, Barkod sisteminde
iki başta ve ortadaki uzun çizgilerin sayı değeri, 666 olmasıdır. Gazeteciler,
bu konuyu mühendis Laurer’e soruyor ama o, bu sayı değerine nasıl ulaşıldığını
ve niçin gizlendiği sorusuna “her şeyin rasgele seçildiğini” söylemiştir. Tabi
IBM bilgisayar programcısı bir firma olması ve sahibinin de bir Yahudi olması
hep akıllara, bunların kör bir tesadüf mü yoksa kehanetleri bilen birilerinin
olayları kurgulama çalışmalarının sonucu mu diye düşünmekteyiz. Ayrıca interneti
ifade eden ‘dünya çapındaki ağ’ anlamına gelen, ‘world wide web’ kelimelerinin
kısaltılmış hali ‘www’ olması ve yine, İbranicede W harfinin rakam karşılığı 6
olması ve “WWW” sayı değerinin “666″ olması, yine dikkatleri bu konu üzerine
çekmiştir. Eğer gerçekten bir kurgulama, başka bir deyişle “Tanrı’yı kıyamete
zorlama” varsa bile, hepsi de çok acemice yapılmış kurgulardır. Çünkü
Vahiy-13:17’de işaret edilen bir mal ve eşya için değil, insan’ın bu işaretle
damgalanmasıdır. Damgası olmayan insanın, hiçbir alışveriş yapamayacağından
bahsedilir. Yukarıda yapılan zorlamalar konuyla fazla ilgili değildir. Asıl olan
insanın 666 işaretini ya da bu sayıyı simgeleyen işaretle damgalanmış olmasıdır.
Şimdi diyeceksiniz ki çok yakında, her insan benzer bir işaretle, belki bir
miroçip taşıyacak ve her işi bununla görülecek. Bence her türlü dünyevi işimizin
kolayca yürütülmesi için böyle bir gelişme olacaktır. Ama vatandaşlık numarası,
parmak izi ya da göz bebeğimiz, kimliğimizin kolayca tanımlanması için
yeterlidir. Ancak birileri ille de bu kehanetleri zorlamak niyetiyle, belki de
sayı değeri 666 olan bir kodlama sistemi de uydurabilir. Uyanık olmak lazım. Biz
ne dersek diyelim; birileri boş durmuyor ve mikroçipleri hazırlamış zaman
kolluyor.
Bir başka görüşe göre ise; Kudüs’ün merkezinin boylamı 31 derece 47 dakika
kuzey, enlemi de 35 derece 13 dakika doğudur. Bu iki sayının alt alta
toplamından 666 sayısı elde edilir ve bu, kıyamet sırasında Deccal’in ya da
Şeytan’ın Kudüs’te ortaya çıkacağının işaretidir.[27]
Patent 666
Yakın bir zamanda Microsoft, “Vücut Aktivite Verilerini Kullanan Kripto Para
Sistemi” üzerine bir patent aldı. Bu patentin numarası ise “WO2020060606” idi.
Çoğu insan, bu patent numarasında yer alan 666’nın varlığını
uğursuz bir şeyin göstergesi olarak yorumladı. Bunun nedeni, 666 sayısının -
üstte de belirttiğimiz gibi -
İncil’de Deccal’in sayısı olarak geçmesiydi.[28]
Patent, insanların tüm bilgileri güvenli bir şekilde kendi üzerilerinde
taşıdıkları bir mikroçip vasıtasıyla takip edilebilmesini ve her türlü hareketi
izlenebilecek olmasını içeriyordu. Patent, hem numarasının Deccal’in işareti
olan 666’yı içermesi hem de insanoğlunun kişisel mahremiyetini ve özgürlüğünü
ortadan kaldıracağı gerekçesiyle eleştiri yağmuruna tutuldu. Hakkında birçok
komplo teorisi ortaya atıldı. Patent numarasında yer alan W ve O harflerinin
merkezi Kudüs olan tek dünya devleti kurmayı amaçlayan Yeni Dünya Düzeni’nin New
Word Order’i simgelediği savunuldu.
Oscar ödüllü Rus yönetmen Nikita Mikhalkov, Microsoft’un kripto madencilik
sistemi - WO/2020/060606’nın patent numarasını inceledikten sonra bir iddia
ortaya attı. “Besogan TV“de konuşan Mikhalkov, patentin tüm küresel nüfusu
mikroçiplemek için şeytani bir planın ilk adımı olduğunu ve patent başvurusunda
Deccal’in işareti olan “666” sayısının ortaya çıkmasıyla açık olduğunu söyledi.
Mikhalkov, katıldığı programda sözlerine şöyle devam etti:
“060606 kısmı biraz endişe verici. Bunu anlıyorsunuz değil mi? Bu bir tesadüf
mü yoksa Yuhanna’nın “Apocalypse“sinde (kıyamet alameti) ’canavarın sayısı’ -
666 olarak adlandırılan böyle bir sembol, kasıtlı olarak mı seçildi?”
[29]
Mikroçipli İnsan
Birçok gelecek temalı filmde izlediğiniz deri altına yerleştirilen çipleri
torunlarınız kullanabilir. 2010 Uluslararası Teknoloji ve Topluluk
Sempozyumu’nda konuşan Katrina Michael, iki üç jenerasyon sonra insanların çip
kullanabileceğini söyledi.
Michael, şu an için bilim insanlarının ve politikacıların, çiplerin insan
vücuduna bir zarar verip vermediğini bilmedikleri için, bu gibi cihazların daha
çok bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü söyledi.
Şu anki çip implantlarının, deriyle kaynaştığı ve çıkarırken insan vücuduna
zarar verdiğini belirten Michael, psikolojik olarak da insanların bunlara hazır
edilmesi gerektiğini söyledi; “Psikolojik sorunları olan hastalar için
mikroçipler sorun olabilir. Hastanın bu implantı alabilmesini, toplumun
güvenliğini ve hastanın sağlığını dengelemeniz gerekiyor.“
Bunun dışında mikroçiplerin iyi yanlarından bahseden Michael, mikroçipler
sayesinde kullanıcılar herhangi bir hastalık yaşadıklarında bunun hemen
hastaneye iletilebileceklerini söylüyor. Şimdiden Birleşmiş Milletler’deki 900
hastane mikroçip tabanlı hasta tanıma sistemi için, isimlerini yazdırmış
durumda.[27]
Çok ucuz ve uygulanabilir bir çözüm de akıllı kartlarda kullanılan
mikroçiplerin derinizin altına yerleştirilmesi olabilir. Bu mikroçipler bir kez
yerleştirildikten sonra bugün dükkanlarda kullanılan tarayıcılara benzeyen ve
pahalı olmayan cihazlar tarafından kolaylıkla okunabilirler. Bu durumda kendi
kendinizin akıllı kartı olursunuz ve böylece kartın kullanıcıya ait olduğundan
emin olma sorunu da çözülmüş olur.
Bugün böyle bir teknoloji vardır ve dünyanın her yerinde pilot programlar
çerçevesinde test edilmektedir. Örneğin, Amerikan Sağlık ve İnsan Hizmetleri
Departmanı yeni Mikrodot Kimlik Projesinin Washington D.C. ve diğer bazı deneme
şehirlerinde devam etmekte olduğunu söylüyor. Kullanılan mikroçipler toplu iğne
ucundan daha küçüktür, 25 sentten ucuzdur ve işaret ile orta parmak
tendonlarının arasındaki ölü bölgede derinin yaklaşık 6 cm altına enjekte
edilir. Küçük bir el tarayıcısı tarafından harekete geçirilirler ve kişinin
kimliğiyle ilgili hatasız bilgiler sunarlar.
Bütün dünyada nakitsiz toplum yaratma çabası şu anda oluşum aşamasındadır.
Fiber optikler, uydular ve bilgisayar kayıtları insanın hayal bile edemeyeceği
bir şekilde dünyayı kontrol etme potansiyeline sahiptir. Avustralya, İsrail,
Singapur ve Tayland Hükümetleri nakit ve çeki ortadan kaldırma politikalarını
takip etmektedir. Diğer yandan pek çok ülke de para kullanmadan ticaret yapma
alanında çeşitli yöntemleri denemektedir. Havari John’un yaklaşık 2000 yıl
önceki kehanetinin gerçeğe dönüştürülmesinin korkutucu ve yüksek teknoloji
taşıyan ürününe ilk kez bu kadar yakın oluyoruz.[30]
Kaynaklar
[1] Chris Skinner, “Digital Human: The Fourth Revolution of Humanity Includes
Everyone”, Wiley, 1. baskı, ISBN-13: 978-1119511854.
[2] Semiha Sandıkçı, “Dijital İnsan Çağı”, Denge Gazetesi, 29 Nisan 2020.
[3] Prof. Dr. Bekir Parlak, “Dijital Çağda Eğitim”, Süleyman Demirel
Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Yıl: 2017, Cilt: 22,
Kayfor15 Özel Sayısı, s1743.
[4] Mehmet Fatih Bağrıyanık, “Dijital Alanın Tipolojileri: Dijital Kültüre Dair
Sosyolojik Bir Okuma” (yüksek lisans tezi), Selçuk Üniversitesi, Sosyoloji
Anabilim Dalı, Konya 2018, s.35.
[5] Mehmet Fatih Bağrıyanık, a.g.e., s.40.
[6] Öğr. Gör. Serap Uğur, “Transhumanizm ve Öğrenmedeki Değişim”, Açıköğretim
Uygulamaları ve Araştırmaları Dergisi (AUAd), Yıl: 2018, Cilt: 4, Sayı: 3, s.59.
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Transhümanizm
[8] Friedrich Wilhelm Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”, İskele, 2. Baskı, çev.
M. Bahar, İstanbul 2009.
[9] Öğr. Gör. Serap Uğur, a.g.e., s.60.
[10] Zeynep Tandoğan, “Yapay Zekanın Geleceği” (makale), Sakıp Sabancı
Üniversitesi.
[11] Börteçin Ege, “Yapay Zekâ Tehlike Mi Şans Mı?”, Bilim ve Teknik dergisi,
Temmuz 2015, s.58.
[12] Sara Malm, “The Antichrist will control mankind through gadgets and the
Internet as people ’fall into slavery’ to smartphones, warns leader of Russian
Orthodox Church”, 8 Ocak 2019, https://www.dailymail.co.uk/news/article-6568267/The-Antichrist-control-mankind-smartphones-warns-leader-Russian-Orthodox-Church.html,
çev. Akhenaton.
[13] Mehmet Fatih Bağrıyanık, a.g.e., s.36-37.
[14] Mehmet Fatih Bağrıyanık, a.g.e., s.38.
[15] “University of Cambridge International Examinations”, International General
Certificate of Secondary Education, SP (NF) S48289/10, May/June 2004, s.4-5.
[16] https://tr.wikipedia.org/wiki/Öjenik
[17] Necmi Emel Dilmen, “Yeni Medya Kavramı Çerçevesinde İnternet Günlükleri-Bloglar
ve Gazeteciliğe Yansımaları”, Marmara İletişim Dergisi, Sayı:12, Şubat 2007, s.
214.
[18] Prof. Dr. Z. Beril Akıncı Vural ve Araş. Gör. Mikail Bat, “Yeni Bir
İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya”, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine
Yönelik Bir Araştırma, Journal of Yasar University, 2010, s.6.
[19] Kenan Kaplan, “Dijital Çağ ve Bireyin İdeolojik Aygıtları”, The Turkish
Online Journal of Design, Art and Communication - TOJDAC October 2012 Volume 2
Issue 4, s.8-10.
[20] Prof. Dr. Z. Beril Akıncı Vural ve Araş. Gör. Mikail Bat, a.g.e., s.10.
[21] Toprak, A., Yıldırım A., Aygül E., Binark M., Börekçi S., Çomu T. (2009)
Toplumsal Paylaşım Ağı facebook: “görülüyorum öyleyse varım”, İstanbul: Kalkedon
Yayınları, s.28-29.
[22] Michel Foucault, “Hapishanenin Doğuşu”, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge
Kitapevi Yayınları, Ankara 2006.
[23] Fatma Barkuş ve Mustafa Koç, “Dijital Mahremiyet Kavramı ve İlgili
Çalışmalar Üzerine Bir Derleme”, Bilim, Eğitim, Sanat ve Teknoloji Dergisi (BEST
Dergi), Cilt: 3, Sayı: 1, 2019, s36.
[24] Doç. Dr. Ali Murat Kırık, “ID2020 Projesi ve Çiplerle Beyin Kontrolü”,
Türkiye Gazetesi, 19 Nisan 2020.
[25] Prof Dr. Kürşad Demirci, “Deccâl” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi,
cilt:9, s. 67-69.
[26] Akhenaton, “Kıyametin Gizli Kodları 3”, https://www.gizliilimler.org/Kiyametin-Alametlerinin-Gizli-Kodlari-3.htm
[27] Akhenaton, “Tek Göz, Horus, Nazar Boncuğu, Masonluk ve Deccal”, https://www.gizliilimler.org/Tek-G.oe.z-Horus-Nazar-Boncugu-Masonluk-ve-Deccal--k1-2-.--B.oe.l.ue.m-k2-.htm
[28] ₡rypto Tapas, “Microsoft’s patent number 666 is creepy and rightfully
getting trolled”, 23 Nisan 2020, https://www.cryptotapas.com/microsofts-patent-666/,
çev. Akhenaton.
[29] Lucas Cacioli, “Bill Gates Foundation’s COVID-19 Vaccine is a Satanic Plot
says Oscar-Winner”, 4 Mayıs 2020, https://blockchain.news/news/bill-gates-foundations-covid-19-vaccine-is-satanic-plot-says-oscar-winner,
çev. Akhenaton.
[30] https://www.gizliilimler.org/Deccal-h-in-Isareti.htm
[31] Akhenaton, “666”, https://www.gizliilimler.org/666.htm
Bu sayfa hakkındaki yorumlar:
Yorumu gönderen: abdurrahman yördem, 06.06.2020, 11:23 (UTC): insanoğlu çok ilginç. bilimin geldiği nokta dijital çağ. bilim insanları, elektriği istediği gibi programlamasını becermiş. ancak nasıl olduğunu sorgulamıyor. evrenin çalışmasına uyarlayamıyor. yaratıcının evreni nasıl yaratıp idare ettiğini göremiyor. Yaratıcıya inancın yaygınlaştırmasını yaparak mutlu bir çağ aramıyor. ancak Allahın ayetlerindeki insanlığın sonunu getirecek konular ilgisini çekiyor. ve işin şeytani yönünü yerine getirmek için çaba sarf ediyor. onbinlerce yıl önce aynı şeyler yapıldı. uygarlıklar sonlandı. ilkel duruma düşen insanlar yeniden dünyayı kurma çabasını gösterdi. ama bu artık son. artık yalnız uygarlık son bulmayacak. kıyamet olacak. bundan sonra insanlık son bulacak. |
|
Bu sayfa hakkında yorum ekle: