
Dinî İçerikli Sara (Epilepsi) ve Dinî Sanrılar
Hazırlayan: Akhenaton
Epilepsi Nedir?
Epilepsi ya da diğer adıyla sara hastalığı, hastanın iradesi dışında şuurunun
silinmesi ve nöbet şeklinde gelen felç hali ve hareket bozukluğu gibi durumlarda
kendisini gösteren bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi bakımdan
tanımlanacak olursa; beyindeki sinir hücrelerinin ani ve geçici işlev
bozukluğundan kaynaklanan ve bilinç kaybı ile nöbetler halinde ortaya çıkan
zihinsel işlev, hareket ve duyu bozukluğu anlamına gelir.
Toplumda en sık karşılaşılan nörolojik hastalıklardan biri epilepsidir.
Hastaların yaklaşık % 30’unda nöbetlerin tedaviye dirençli olması, hasta ve
yakınlarının tıbbi tedavi dışında seçeneklere yönelmesine yol açar. Jeneralize
tonik klonik nöbet geçiren hastanın nöbet sırasındaki motor hareketleri ile
nöbet sonrasındaki postiktal konfüzyon dönemi, aile bireylerinin çaresizlik
yaşamasına ve hastanın nöbetini en kısa sürede sonlandıracak çözümler aramasına
neden olur. Kültürden kültüre değişen bu çözümler “geleneksel tıp” uygulamaları
kapsamında incelenir.[1]
Adli tıp bakımından
epilepsi ise; beynin elektriksel fonksiyonlarındaki geçici bozukluğa bağlı
olarak beliren, zaman zaman ani ataklar halinde gelen bilinç kaybı, anormal
motor hareketler, duyu kusurları gibi bulgularla seyreden nörolojik tablo olarak
tanımlanmaktadır. Hastalığa ilişkin olarak, 1981’de Uluslararası Epilepsi
Derneği’nin uluslararası sınıflaması kabul edilmiştir ve belli aralıklarla bu
sınıflamada değişiklikler ve düzenlemeler yapılmaktadır. Etiyolojiye dayanan
epilepsi sınıflandırmasına göre, “Primer (idiopatik)” ve “Sekonder (Semptomatik)”
olmak üzere iki tür epilepsi vardır. Her birinin sebepleri farklıdır.[2]
Dünyada 60 milyon kadar epilepsi hastası bulunmakta ve dünya nüfusunun yaklaşık %
1’i epilepsiden etkilenmektedir. Hastalık; yaşamın iki ucunda, yani yaşlılık ve
çocukluk dönemlerinde daha sık görülmektedir. Cinsiyet ve ırk ayrımı yoktur.
Binlerce yıldır insanları uğraştıran ve günümüzde bile tedavisinde ciddi sorunlar yaşanan
epilepsinin altında yatan etken nedir acaba? Neden epilepsi nöbetleri ile
karşılaşıyoruz? Bu soruların yanıtını almak için beyindeki iletişim sistemini ve
iletişimin gerçekleşmesini sağlayan elektriksel etkinliği kısaca gözden
geçirmekte yarar var.
Beyin ve sinir sistemi insan vücudunun en karmaşık yapısıdır ve milyarlarca
hücrenin oluşturduğu bir iletişim ağıdır. Nöronlar (sinir hücreleri) kendi
aralarında devreler şeklinde bağlantılar yapar. Her nöron en az 1000 bağlantı
yapar. Ancak nöronlar rastgele bağlantı yapmaz, belli özellikleri olan gruplar
oluştururlar. Birbirleriyle sürekli iletişim halindedirler. İletişim sisteminde
başta iyonlar olmak üzere çok sayıda biyomolekül rol alır.
Vücudumuzda sodyum (Na+), potasyum (K+), klor (Cl-),
kalsiyum (Ca2+), magnezyum (Mg2+) gibi çok sayıda farklı
iyon vardır. Bu iyonların hücre içi ve hücre dışı derişimleri farklıdır. Örneğin normal
koşullarda potasyum iyonunun hücre içinde derişimi hücre dışında olduğundan daha
yüksek iken, sodyum ve klor için bunun tersi söz konusudur. Derişim farkı, farklı
hücrelerde farklı metabolik olayların gerçekleşmesini sağlar. Bu çok önemli bir
noktadır.
Nöronlarda zarın iki yüzeyi arasındaki iyonların derişim farkı haberleşmenin
temelini oluşturuyor. Hücre içi ve dışı iyon derişimi farklı olduğundan zarın iç
ve dış yüzleri arasında elektriksel bir potansiyel fark oluşur.
Nöronlar çevresel değişikliklerden etkilenir ve uyarılabilme özelliğine
sahiptirler. Ancak çevresel değişikliklerin nöronu etkileyebilmesi için belli
bir eşik değerden daha yüksek olmaları gerekir. Yani her çevresel değişiklik
nöronu etkilemez. Ya etkileseydi ne olurdu? Tam bir karmaşa yaşanırdı ve nöronun
sağlıklı bir cevap oluşturması nerdeyse imkânsız olurdu.
Aslında eşik değer sadece nöronlar için değil, çevreden uyarı alan tüm
sistemler için geçerlidir. Örneğin kulaklarımız çok düşük sesleri duymadığı gibi
gözlerimiz de her ışımayı algılamaz. Eşik değer, hücreyi ya da organı gereksiz
uyaranlardan koruyan önemli bir bariyerdir. İşte nöronlar da eşik değeri aşan
çevresel değişikliklere, zarlarının iç ve dış yüzeyleri arasındaki iyon
derişimini değiştirerek yanıt verirler. Bu amaçla içerideki iyonlar hücrenin
dışına, dışarıdakiler de hücrenin içine geçerek zarın iki yüzü arasındaki
elektriksel potansiyel fark değiştirilir ve bu değişim sinyal olarak iletilir.
Sinir hücreleri arasında özel bağlantı bölgeleri (sinapslar) vardır. Bu
bölgede hücreler birbirlerine tamamen değmiyor, arada sinaptik aralık dediğimiz
küçük bir boşluk var. Bunlar haberleşmenin düzenlendiği küçük merkezlerdir.
Sinaptik aralıkta özel almaçlar vardır, bu almaçlar komşu hücrelerden gönderilen
ve kendilerine bağlanan moleküle göre, üzerinde bulundukları hücreyi uyaran ya
da baskılayan bir sinyal oluşturur. Böylece nöronlar olup bitenlerden haberdar
edilir ve ona göre gerekli yanıtlar oluşturulur. Nöronların yüzeyinde
sinapsların olmadığı bölgelerde de almaçlar vardır, böylece nöronlar sadece
kendileriyle bağlantı kuran hücrelerden değil içinde bulundukları ortamdaki
değişimlerden de haberdar olur.[3]
Hastalığın Nedenleri
Epilepsi nöbetlerinin gelişmesinde birçok farklı mekanizma rol oynayabilir.
Sinirlerin dinlenme ve uyarılma durumları arasındaki dengesizlik, epilepsi
nöbetlerinin altında yatan nörobiyolojik temeli oluşturuyor olabilir.[4]
Epilepsi hastalığının başlıca nedenleri şunlardır:
- Beyin tümörü
- Vasküler (infarkt, kanama, anevrizmaya ait k)
- Kafaya alınan darbeler, trafik kazaları
- Beynin ve zarlarının iltihabı (menenjit, ensefalit)
- Doğumdan arta kalan hasarlar (konjenital)
- Dejeneratif hastalıklar
- Diğer [5]
Epilepsi vakalarının hepsinde altta yatan neden tam olarak tespit
edilememektedir. Doğum travmaları, geçirilmiş kazalara bağlı kafa travmaları,
zor doğum öyküsü, ileri yaşlarda beyin damarlarında görülen vasküler
anormallikler, yüksek ateşli hastalıklar, kan şekerinin aşırı düşmesi, alkol
çekilmesi, kafa içi tümörleri ve beyin iltihapları nöbet geçirmeye yatkınlık ile
ilişkili olarak tespit edilmiş nedenlerden bazılarıdır. Epilepsi, bebeklik
döneminden ileri yaşlara kadar herhangi bir dönemde ortaya çıkabilir.
Bir kişide epilepsi nöbetlerinin gelişmesine yatkınlığı arttırabilecek birçok
durum mevcuttur:
Yaş: Epilepsi hastalığı herhangi bir yaş grubunda görülebilir ancak bu
hastalığın en sık olarak tanı aldığı yaş gruplarını erken çocukluk dönemindeki
ve 55 yaş sonrasındaki bireyler oluşturur.
Beyin Enfeksiyonları: Menenjit (beyin zarlarının iltihaplanması) ve
ensefalit (beyin dokusunun iltihaplanması) gibi iltihaplanma ile seyreden
hastalıklarda epilepsi gelişme riskinde bir artış söz konusudur.
Çocukluk Çağı Nöbetleri: Bazı küçük çocuklarda epilepsi hastalığı ile
ilişkili olmayan nöbetler ortaya çıkabilir. Özellikle yüksek ateş ile seyreden
hastalıklarda ortaya çıkan nöbetler, çocuğun büyümesi ile birlikte genellikle
kaybolur. Bazı çocuklarda ise bu nöbetler epilepsi gelişimi ile sonlanabilir.
Demans: Bilişsel işlevlerde fonksiyon kaybı ile ile seyreden Alzheimer
hastalığı gibi rahatsızlıklarda epilepsi gelişimine bir yatkınlık oluşabilir.
Aile Öyküsü: Yakın akrabalarında epilepsi hastası bulunan kişilerde,
bu hastalığın gelişimi için bir risk artışı olduğu kabul edilir. Anne ya da
babanın epilepsi hastası olduğu çocuklarda bu hastalığa yaklaşık olarak % 5
oranında bir yatkınlık söz konusudur.
Kafa Travmaları: Düşmeler ve çarpmalar gibi kafa travmaları sonrası
kişilerde epilepsi hastalığı meydana gelebilir. Bisiklet sürme, kayak ve
motosiklet sürme gibi aktiviteler esnasında başın ve vücudun doğru ekipmanlar
ile korunması önem arz eden bir konudur.
Vasküler Rahatsızlıklar: Beynin oksijen ve besin desteğinden sorumlu
kan damarlarında tıkanıklık ya da kanama gibi durumlar sonucunda ortaya çıkan
inmeler, beyin hasarına neden olabilir. Beyinde hasar alan doku bölgesel olarak
nöbetleri tetikleyerek kişilerde epilepsi hastalığı gelişmesine neden
olabilir.[4]
Belirtileri ve Tanı
- Vücutta ani kasılmalar
- Kollarda ve bacaklarda kontrol edilemeyen sallantılar
- Şuur kaybı
- Seri şekilde baş sallama hareketi
- Kısa bir süre seslere ya da konuşmalara yanıt verememe
- Sabit bir noktaya bakmak
- Hızlı göz kırpmak
- Korku, anksiyete ya da deja vu (o anı önce yaşamış gibi hissetme) gibi
psikolojik semptomlar
Nöbet Öncesi Belirtiler:
Aura’lar: Nöbet, beynin küçük bir bölgesinden başlıyorsa, kişi nöbetin
başlangıcında bazı belirtiler yaşayabilir. Buna “aura” denir. Bu belirtiler,
beynin hangi alanın anormal elektriksel aktiviteyle ilintili olduğunu gösterir.
- Uyuşma
- Görme ya da duyma değişikliği
- Hoş olmayan kokular alma
- Mide bulantısı ya da midede baskı hissi
- Ani korku hissi [6]

Tarihçe
Epilepsi sözcüğü Yunanca “tutmak, yakalamak” anlamına gelen epilepsia’dan
gelmektedir.[3]
Epilepsi, eski çağlardan beri insanoğlu tarafından bilinmektedir. Sağlıklı
görünen bazı kişilerin aniden yere yıkılarak bilinçsiz halde çırpınmaları
sebebiyle bu çağlarda epilepsi hastalarına tanrılar tarafından cezalandırılmış
ya da içlerine kötü ruhlar girmiş kişiler gözüyle bakılmaktaydı.[2]
Mezopotamyalılara göre tabiat ruhlarla, cinler ve şeytanlarla doludur.[7]
Onların tasavvurlarına göre kendilerine kurban sunulmadığı için bu varlıklar
azgınlık ve sapkınlık ederek, su baskınları, depremler meydana getirmişler,
bazıları da hastalıkları getirerek ölüm ve akıl hastalıklarına sebep
olmuşlardır.[8] Bu hastalıkların dışında sara hastalığı (epilepsi), ateşli hastalıklar,
salgın hastalıklar ve sıtma gibi hastalıkların sebebi cinler olarak
görülmüştür.[9]
Sümerlilere ait tabletlerde Sümer tanrısı Marduk (Jüpiter), epilepsi
hastalığıyla ilişkilendirilmiş, gökteki parlak yıldızlardan olan Taurus ve Orion
ile Mars ve Satürn arasında bağ kurularak, kasla ilgili rahatsızlıkların sebebi
olarak görülmüştür. Akad geleneğindeki İkizler, Lugalgirra ve Meslantaea,
astrolojide Merkür ve Mars’la özdeşleştirilmiştir. İkizler de epilepsi ve
uyurgezerliğin sebebi olarak görülmüştür. Yengeç, dudak kuruluğu ve acılığın,
Aslan ise kötü ruh hastalıklarının sebebi olarak tasavvur edilmiştir.[10]
Sümer tabletlerinde, “Eğer bir hastanın burnu soğuksa o hasta ölecektir”,
“Hastanın burnunun ucu sarı ise hasta ölecektir” gibi kısa semptom bilgilerinin
yanı sıra, bugün adını tam olarak tespit edebileceğimiz tıbbi durumlar da
kaydedilmiştir. Örneğin, bir konvülsif krizin tanımı ve diğer krizlerden farkı
şöyle anlatılmıştır:
“Eğer hastanın ensesi durmadan sağa dönüyor, elleri,
ayakları sıkılmış, gözleri kapanmış, göz bebekleri kaybolmuş, salyası ağzından
akıyor ve horluyorsa bu çok büyük bir krizdir. Kriz geldiğinde şuur açık kalır,
bu kesindir. Kriz geldiğinde hasta şuurunu kaybederse bu kesin değildir.”
Bilindiği gibi şuur kaybı, epilepsi hastalığının karakteristik
özelliğidir. [11]
Antik dönemde epilepsinin kötü ruhların, şeytanların ya da cinlerin yol
açtığı bir hastalık olduğu düşünülüyordu. Hastalığa yakalananların vücutları
kendi iradeleri dışında, sanki görülmeyen başka varlıklar tarafından, çılgınca
hareket ettiriliyordu.
Babilliler epilepsi hastalığını ve nöbetlerini çok iyi bilmelerine rağmen
hastalığın nedeni olarak yine de şeytanları ve kötü ruhları gösteriyorlardı.[3]
Babillilere göre delilik, aşk ve kıskançlık gibi acılar da onların verdiği
huzursuzluklardır. Kötü ruhlar hiçbir engel tanımazlar, onları hiçbir şey
durduramaz. Ayrıca kas seğirmesi, felç, romatizma ve sinirsel ağrılar ve kuduz
gibi hastalıklara sebep olanlar da cinler olarak görülmüşlerdir. Babil döneminde
sara hastalığından bahsederken tanrıların bu hastalığa sebep olduğunu söyleyen
Babil tıbbi metinleri bulunmaktadır.[12]
Epilepsi, Greko-Romen, Hıristiyan, İslam, Hindu ve Voodoo gibi birbirinden
çok farklı ve coğrafik olarak çok uzak kültürlerde doğaüstü güçlerin etkisi ile
oluşan bir hastalık olarak karşımıza çıkar.[13]
Antik Yunan’da da sara hastalığında, akıl hastalığında, uykusuzlukta ve
yüksek ateşe bağlı hezeyanlarda ve olumsuz kötü durumlarda kötü ruhların ve
cinlerin etkisinin olduğuna inanılmıştır.[14]
Erken Yunan döneminde epilepsi, tanrılardan gelmiş olan ve kabul edilen
kutsal bir hastalık olarak görülürken daha sonraki yüzyıllarda özellikle
ortaçağda kişiye şeytanın sahip olması şeklinde yorumlanmıştır. [13]
Platon, hastalık, sağlık ve tedavi sanatı üzerine düşüncelerini ayrıntılı bir
biçimde dillendirdiği “Timaios” adlı eserinde temelde akıl hastalığı akıl
noksanlığıdır; delilik ve cahillik olmak üzere iki farklı nedenden kaynaklanır.
Ayrıca “sara” (epilepsi) ve “mani” (melankoli) hastalığından, “kutsal hastalık”
olarak söz eder.[15]
Afrika’da epilepsiyi ruhlara atfetmek sık rastlanılan metafizik
inanışlardandır ve etnik grup ya da bölgeler arasında epilepsinin algılanmasında
tutarlılık vardır.
Burkina Faso’da Mossi halkı hayvanlara temas etmenin epilepsiyi başlattığına
inanırken; Afrika’da kökeni çok gerilere giden epilepsinin salya ya da fiziksel
temasla bulaştığına dair de bir inanış vardır. Mossi’ler arasında özellikle
kertenkele ve kedi idrarına ya da salyasına temas etmenin epilepsinin bulaşması
açısından risk faktörü olduğuna dair inanış yaygındır. Lobi halkı sırtlan
salyası ile temas etmenin ya da sırtlan eti yemenin epilepsi açısından risk
oluşturduğuna inanır.[16]
Sayısız örnekleri olan tüm bu farklı kültür ve inanç sistemleri doğdukları
toplumda epilepsi hakkındaki inanış ve bilgiyi etkiler, epilepsi tedavisinin
yönetimini belirler.[1]
Epilepsi ve Din
Eskiden beri yaratıcı kişilerin birtakım garip paranormal deneyimler
yaşadıkları ve bunları aktardıkları bilinir. Örneğin Sokrat, Dostoyevski, Aziz
Paul, Jung ve Einstein’ın paranormal deneyimler yaşadıkları bilinir. Yine
yaratıcı düşünce ile şizotipi arasında ilişki olduğunu bildiren birçok çalışma
vardır. Dolayısıyla yaratıcı düşünce paranormal yaşantılar-delüzyonel
düşünce-epilepsi arasında aynı spektrumun farklı noktaları olmak şeklinde bir
ilişki var gibi görünmektedir.
Dinî inancın gelişmesinde ve özellikle mistik yaşantılar sırasında beynin
belli bazı bölgelerinin daha önemli olduğu ileri sürülmekte ve dolayısıyla gerek
insanlık tarihi boyunca dinî inancın gelişmesinde, gerekse tek tek bireylerde
bireylerde bu bölgelerin işlevleri araştırılmaktadır.
Beyindeki bazı bölge ve
yapıların dinî inançta önemli olduğuna dair ilk destekler, belli beyin
yapılarının hasarı durumunda hastalarda görülen dinî inanç değişiklikleri
bulgularından gelmiştir. Örneğin epilepsi, şizofreni, mani ve beyin tümörleri
gibi hastalıklarda kişinin dine olan ilgisi artabilmektedir.
Bunun dışında son
yıllarda geliştirilen işlevsel görüntüleme çalışmaları da dinî bir eylem,
uygulama ya da mistik deneyimler sırasında beyindeki aktivite değişikliklerini
göstermek sûretiyle bu verilere katkıda bulunmaya başlamıştır.[17]
Epilepside gözlenilen aşırı dindarlık organize bir dinle ilişkili olmaktan
çok kişinin kendisine özgü bir din çerçevesinde dönmektedir.[18]

Mezopotamya bulunan 2700 yıllık tablette "Epilepsi Şeytanı"ndan (Demon of Epilepsy) bahsediliyor.
Epilepsi ve Cinler
İnsanlar, tarih boyunca, sırrına ve inceliklerine akıl erdiremedikleri,
gizemli şeyleri, sara gibi hastalıkları, hoşlarına gitmeyen durumları ve tavır
değişikliklerini hep şeytana ve cinlere atfetmişlerdir. Kısaca şeytan ve cinler,
istenilmeyen ve hoşa gitmeyen kötü kabul edilen şeylerin sembolü
olmuştur.[19][20]
İlkel kabilelerin birtakım kimselerin kendi iradeleri dışında uygun olmayan
hareketlerde bulunmaları ve bir kısmının da yaptıkları hareketleri
hatırlamamaları ruhun o sırada olmayışı ya da başka bir ruhun bedene girmiş
olmasıyla açıklanmaktaydı. Nitekim bu sırada kişi kendi durum ve tutumuna aykırı
davranışlar gösterdiğine göre, ya ruhu tarafından terk edilmiş olan beden kendi
başına kalıp bağımsız hareket etmekte ya da içine giren ruhla bedeni ve kendi
ruhu arasında bir çatışma ortaya çıkmaktadır.
Cin gibi ruhsal varlıkların insan bedeninde yasaması anlamına da gelen
tasalluta olan inanç, antik döneme kadar uzanmaktadır. Bu konunun kapsamı içine
sokulan patolojik fenomenler, çağımızda sara, epilepsi, nevroz, histeri ve
psikoz gibi hastalıklara tekabül etmektedir.
Kongo ırmağı aşağı kıyılarında
yasayan Mayonbe kabilesine göre epilepsi, Mukuani ve Makumi adlı ruhların
verdiği bir cezadır. Bu ruhlar, suçlu buldukları kişiye Ndoki adlı ruhu
gönderirler. O kişinin gözleri önünde bir sis belirir; o zaman kişi ağacın
tepesinden ya da yüksek bir yerden düşer. Çare ruhların dışarı çıkarılmasıdır.
Diğer bir yöntem ise doğada bağımsız olarak dolaşan dost ve iyi ruhların yardıma
çağrılmasıdır.[21]
İncil metinlerinde cinler, insanların sara gibi, çeşitli hastalıklara
yakalanmalarına sebep olmakla beraber akıllarını kaçırma ve şiddetli bir
deliliğe tutulmalarına yol açmaktadır. İncillerde, Antik Mısır ve
Mezopotamya’daki gibi kötü cinler, kötü ruhlar bazı hastalıkların başlıca nedeni
olarak görülmüşlerdir.[9]
İnsanlar cinlerin gizemli özelliklerinden dolayı ruhani varlıkların etkisi
altında olduklarına inanmakta çok fazla tereddüt etmemişlerdir. Bu durum bazı
hastalıkların cinlerin etkisiyle olduğu inancını diri tutmuştur. Bunun bir
örneği Suudi Arabistan’da yapılan bir araştırmada görülmektedir.[22]
İlâhi dinlerin dışında kalan kadim tarihte insanların kendilerinin ihdas
ettiği inanç oluşumlarında da cin kavramı gündemde olmuştur. Bunların (Çinliler,
Türkler, Mısırlılar, Asurlular, Yunanlılar, Hititler) gibi millet ve kavimlerin
cin tasavvurları, algıları, birbirlerine yakın bir anlayış ve inançta oldukları
görülmektedir. Zira bunların algılarına göre cinlerin; görünmeyen, insanları
farklı şekillerde rahatsız eden, sara hastalıklarının oluşumuna neden olan,
onların korkunç kabus ve rüya görmelerine sebep olan ve insanların gözlerine
yılan, ejderha ve canavar gibi görünen, yoldan çıkaran, fenalık yapan, ölümün
gelmesine neden olan varlıklar olduğuna inanılır. Bunlara göre cinlerin zarar
vermesinden korunmak için, muska, efsun, tütsü, tılsım ve büyü gibi birtakım
işlemlerin yapılmasının gerekli olduğu kanaatine sahiptiler.[23][24]
Çin halk tedavisinde ise Gu Sendromu denilen insan bedeninin parazitlerle
doldurulması hastalığının tedavisinde, cinden kurtulma ve onu dışarıya atmaya
yarayan antik dönem formülleri kullanılır.[25][26]
Epilepsi konusunda ilk bilimsel yaklaşımın M.Ö. 400’lü yıllarda Hipokrat
tarafından yapıldığını görüyoruz. Hipokrat’ın yaklaşımı Babillilerin aksine
adeta devrim niteliğindeydi. Epilepsinin cinlerden ve şeytanlardan
kaynaklanmadığını, aksine bir beyin hastalığı olduğunu ve mutlaka ilaç ve
diyetle tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyordu.
Hipokrat’ın açtığı yol ne yazık ki uzun süre açık kalmadı ve 2000 yıldan
fazla bir süre epilepsi konusunda önemli bir aşama kaydedilmedi. Hastalığın
nedeni olarak şeytanlar ve cinler suçlanmaya devam edildi. Bilimsel yaklaşımda
adeta bir sessizlik dönemi yaşandı. Başka hastalıklara nazaran epilepsi uzunca
bir süre tıbbın dışında kaldı. Hastalığın tedavisinde okutma, sihir, kurşun
dökme gibi yöntemler uygulandı ve hastalar toplum dışına itildi. Kötü ruhların
çıkması için bazı hastaların kafatasında delikler bile açıldı.
17. yüzyılda İngiliz hekim Thomas Willis, bu gidişe dur dedi. Tıp tarihinde
çok önemli bir yere sahip olan Thomas Willis’in beyin anatomisine, kas dokusuna
ve nörofizyolojiye çok önemli katkıları oldu. Thomas Willis, “Pathologicae
Cerebri” adlı eserinde epilepsinin nedenleri hakkında bilimsel bir yaklaşım
geliştirdi. Sanki ikinci Hipokrat gibi, epilepsi çalışmalarının ibresini
şeytanlardan ve cinlerden tekrar bilimsel yöntemlere çevirdi. Artık yol
açılmıştı ve yavaş da olsa çalışmaların arkası geldi. Biyoelektrik ve beynin
elektriksel etkinliği ile ilgili çalışmaların ve nihayet epilepsinin moleküler
mekanizmalarına gidecek uzunca bir yolun temeli atılmıştı.
1849 yılında İrlandalı hekim Robert Bently Todd, epilepsi nöbetlerinin
beyindeki elektriksel deşarjlardan kaynaklandığını ileri sürdü. Yaklaşık 25 yıl
sonra Caton ve Berger’in çalışmaları Todd’u destekleyecekti. Hayvan beyninde
elektriksel akımın varlığı ilk kez 1875 yılında Richerd Caton tarafından
gösterildi. Caton, deney hayvanlarının gözüne uyguladığı ışık uyaranı ile,
beynin elektriksel sinyallerinde sapma meydana geldiğini göstermeyi başardı.
Takip eden yıllarda Pravdich-Neminsky, köpeklerde beyin yüzeyine yerleştirdiği
elektrotlar aracılığıyla elektriksel etkinliği kaydetmeyi başardı. Beyindeki
elektriksel etkinliğin kaydedilmesi ve özelliklerinin tanımlanması konusunda
Hans Berger’in çalışmaları kilometre taşı oldu.
Elektriğin artık sadece doğada karşılaşılan bir olay olmadığı, canlı
sistemlerin de yaşamlarını sürdürebilmek için elektrik kullanmak zorunda olduğu
ortaya çıktı. 19. yüzyılın sonlarında John Hughlings Jackson hastaları ayrıntılı
inceleyerek epilepsinin anlaşılmasını kolaylaştırdı. Jackson epilepsiyi “sinir
dokusunun ara sıra gelen düzensiz ve aşırı boşalımı” şeklinde tarif etti. Bu ve
benzeri çalışmalar epilepsi üzerindeki sır perdesini yavaş da olsa araladı ve
Hipokrat’ın 2400 yıl önce yaptığı açıklamalar doğrulanmaya başladı. [3]
Üniversite hocaları ve üniversite mezunları üzerinde yapılmış bir araştırmada
epilepsinin cinlerin insan bedenine sahip olmalarından dolayı ortaya çıktığına
olan inancın hala devam edip etmediğine bakılmıştır. Eğitimli insanlar arasında
bile % 50’lerde bir oranın epilepsinin cinin bedeni ele geçirmesiyle oluştuğuna
inanıldığı görülür.[22]
Günümüzde ise tıbbi ilerlemelerle hastalıkların sebeplerinin tespiti çok daha
kolay yapılabilmekte ve bu hastalıkların cinlerle bir ilişkisinin olmadığı
anlaşılabilmektedir. Bu durumda İncil’de geçen ve cin çıkarma yöntemiyle
tedavisi yapılan hastalıkların günümüzdeki bilimsel sebeplerine ve tedavi
yöntemlerine bakmak gerekmektedir.[27]
Epilepsinin nedenine yönelik soruların yer aldığı çeşitli çalışmalarda ankete
katılanların verdikleri yanıtlar şunlardır: Beyin hastalığı, doğum hasarı,
kalıtım, büyücülük, yanlış bir şey yapma sonucu olan cezalandırma, kötü
ruhlar/cinler, doğa üstü güçler, ruh hastalığı ve kan hastalığı. Bu yanıtların
önemli bir kısmının doğa üstü ya da dini inançlar temeline dayalı olması dikkat
çekicidir.[1]
Epilepsi hakkında toplumda oldukça yaygın inançlar mevcuttur. Bu yüzden
aşağıdaki noktalar iyi kavranmalıdır:
- Epilepsi hastası; cinli, perili DEĞİLDİR
- Epilepsi hastası, akıl hastası DEĞİLDİR
- Epilepsi hastalarının gizlenmelerine ve saklanmalarına GEREK YOKTUR
- Epilepsi, BULAŞICI DEĞİLDİR [5]

Temporal lob epilepsisinde görülen tipik bir dini vizyon.
Mistik Yaşantılar İle Epilepsinin İlişkisi
“Rabbin sizinle ettiği ahdin levhalarını almak için dağa çıktığım zaman,
dağda kırk gün kırk gece kaldım, ekmek yemedim ve su içmedim. Ve vaki oldu ki
kırk günün ve gecenin sonunda Rab bana iki taş levhayı, ahit levhalarını verdi”
(Tesniye, Bap: 9: 9–10)
Son yıllarda mistik deneyimlerin bir tür limbik-temporal lob atağı ya da en
azından bu bölgelerin aşırı uyarılmışlıkları ile giden durumlar olabileceği öne
sürülmektedir. Epilepsi ile dinin ilişkisinin fark edilmesi aslında tarih öncesi
dönemlere kadar gider. Eski Yunanlılar epilepsiyi “kutsal hastalık” olarak
adlandırmışlardı. 20. yüzyılın başından itibaren de birçok yazar epileptiklerin
bir kısmında aşırı dindarlığın görüldüğünü bildirmeye başladılar.
Aziz Paul, rahibe Teresa, vaftizci Yahya gibi birçok Hıristiyan azizinin
epileptik belirtiler gösterdikleri bilinmektedir.
Dinî belirtiler epilepside, aura sırasında, iktus sırasında, postiktal
dönemde, ya da nöbetlerin arasında (interiktal dönemde) görülebilir. Özellikle
TLE’si olanlarda iktal ya da interiktal dönemlerde mistik deneyimler sıklıkla
yaşanır.
TLE’nin bir aurası olarak “birisinin varlığını hissetme” (sensed presence) ya
da bazen gelecekte ne olacağını hissetme (önceden bilme) şeklinde bir algılama
bozukluğunun görülebileceği bildirilmektedir. TLE’lilerde nöbet sırasında ise,
ani depersonalizasyon ve derealizasyon hisleri, farkındalıkta artış, ani görsel
ve işitsel halüsinasyonlar, örneğin gökyüzünden Hz. İsa’nın indiğini görme, göğün açıldığını görme ve Tanrı’nın sesini işitme gibi mistik belirtilerin yaşanabildiği bildirilmektedir.
Örneğin, Sokrat’ın kendi söylediklerinden ve
onun hakkında yazılanlardan zaman zaman “kutsal işaret”i algıladığı, işitsel
hallüsinasyonlarla giden epizodlarının olduğu anlaşılmaktadır. Sokrat, bunu
“benim kâhinlik gücüm” diye isimlendirmektedir. Sokrat’ın yaşadığı bu
deneyimlerin de aslında TLE’nin basit parsiyel nöbetleri olabileceği ileri
sürülmektedir.
Bazı yazarlar epilepsi ile mistik deneyimlerin ilişkisini açıklarken, bu iki
durumun ve bir de sanatçı yaratıcılığının aslında beyindeki aynı olaydan, bazı
beyin yapılarındaki nöronların hipersenkronize aktivitesinden kaynaklandığını,
arada sadece şiddet farkı olduğunu ileri sürmektedirler. Yani bir dereceye kadar
sadece artistik yaratıcılığı ya da mistik deneyimleri başlatan ya da besleyen bu
hipersenkronize nöronal aktivite, aşırı bir duruma geldiği geldiği zaman ya da
ulaşmaması gereken beyin yapılarına ulaştığı zaman epileptik nöbetlere yol
açıyor olabilir.
Birçok yaratıcı sanatçının aynı zamanda epileptik olmaları da bu hipotezle
uyuşmakta gibi görünmektedir. Temporal lob epilepsisinde, sanatçıların
yaratıcılık süreçlerinde, ya da mistik deneyim sırasında ortak olarak yaşanan
yoğunluk hissi ve normalin dışında algılamaların, düşünce bağlantılarının
yapıldığı deneyimlerinin sebebi de muhtemelen budur.
Memelilerde beynin bazı
bölgeleri bu aşırı senkronize çalışma durumuna geçmeye daha eğilimli gibi
görünmektedir. Hipokampusun CA3 bölgesi ve vizüel neokorteks yapıları
nöronlarında bu eğilim belirgindir. Bu nöronların özellikle ritmik müzik, dans
gibi ritmik hareketler ve ışık uyaranlarına cevap olarak hipersenkronize deşarj
durumuna geçtikleri bilinmektedir. Ritmik müziğin ve dans gibi ritmik beden
hareketlerinin hemen tüm mistik gruplarca vecd halini tetiklemede
kullanılmasının nedeni bu olsa gerektir.
TLE’lilerin bir kısmının nöbetler arası dönemlerde “hiperspiritüel” oldukları
bilinir. Epileptik kişilik özellikleri denilen özellikler; çok yazma, ruhanî ve
dinî deneyimlere yatkınlık ve cinsel istekte azalmadan ibarettir. Bu hastalarda
sıkça görülen çok yazma belirtisi de, bu kişilerin bu deneyimleri yaşadıktan
sonra oturup bunu dinî biçimde yorumlayan kutsal kitaplar yazmalarında bir etken
olmuş olabilir. Kiliseye giden kişilerde yapılan bir araştırmada TLE’si
olanların diğerlerine oranla daha yüksek dindarlık skorlarına sahip oldukları,
daha çok postiktal psikozlarının ve bilateral serebral işlev bozukluklarının
olduğu bildirilmiştir.
TLE’lilerde nöbetler arasındaki dönemlerde dinî inançlarda yoğunlaşma ya da
din değiştirmeler de sıkça gözlemlenir. Aşırı dindarlığın eşlik ettiği
epileptiklerde dindarlığın olmadığı epileptiklere kıyasla sağ hipokampusun
hacminde azalma tespit edilmiştir. Sağlıklı insanlarda yapılan çalışmalarda da
parsiyel epileptik benzeri belirtilerle kişiliğin “ruhanîlik” bileşeni arasında
anlamlı ilişki olduğu bulunmaktadır.
Dinden ani dönüşlerle temporal lob epilepsisi arasında da bir ilişkinin olduğu ileri sürülmektedir. Bunun tipik
örneği İsa’nın havarilerden birisi olan Aziz Paul’dur.
Aziz Paul önceden
Hıristiyanlığın düşmanı katı bir Yahudi iken, birgün çarşıda bayılmış, o sırada
görsel hallüsinasyonlar yaşamış ve o günden sonra Hıristiyanlığa geçerek onun en
büyük propagandisti olmuştur.[17]

Tempral lob epilepsisi.
Temporal Loblar
Normal üniversite öğrencilerinde paranormal deneyimler yaşama skorları ile
meziobazal temporal lob işaretleri arasında yüksek bir ilişki bulunmaktadır.
Ayrıca işitsel hallüsinasyonlar, zaman-uzay sapmaları yaşayan ya da ruhanî
inançları olanların EEG’lerinde sağ temporal lob işlev bozukluğunun sık olduğu
bildirilmiştir.
Yine, paranormal inançlara sahip olan normal sınırlardaki
insanların da EEG’lerinde sağa lokalize bozukluklar gözlenmektedir. Normal
insanların temporal bölgeleri, özellikle temporoparietal bağlantı alanları zayıf
elektromanyetik akımla uyarıldığı zaman da bu kişilerde “yakınında birisinin
bulunduğu” algılaması ya da “ben Allah’ı görüyorum” hissi oluşmaktadır.
Mistik deneyimlerin çoğu kez dağlarda gelmesini hipoksiye bağlı temporal
işlev bozukluğuna bağlayanlar vardır. Nitekim mistik olmayan dağcılarda da
yükseklerdeyken “ışık görme, birisinin varlığını hissetme, korku hissi” gibi
algılama ve duygulanım değişiklikleri olduğu bildirilmektedir. Bu belirtiler
yüksekliğe bağlı hipoksinin temporoparietal bölgeler ve prefrontal alanlarda
yaptığı değişikliklere bağlanmaktadır. Birçok manastırın bu nedenle dağlara,
yüksek yerlere yapılmış olabileceği ileri sürülmektedir.
Bütün bu bulgular, temporal lob epilepsisi (TLE) ile dinî inanç değişiklikleri arasında bir ilişkinin
bulunduğunu gösteren bulgularla birleştirildiğinde, özellikle sağ temporal beyin
yapıları ile mistik deneyimler arasında biyolojik bir bağlantı olduğu düşüncesi
doğru görünmektedir.[17]

Epileptik bir görüm.
Dini Sanrılar
Sanrı, dünya ve kişinin yaşadığı kültür ile ilgili, pek çok insanın
katılmayacağı, paylaşılmayan gerçeğe uymayan, mantıklı düşünce ile
değiştirilemeyen ve direnen bir inancı ifade etmektedir.
Dinsel Sanrılar bazen geleneksel dini düşünce bağlamında ortaya çıkarken,
bazen de yenir bir din iddiası ya da reenkarnasyon gibi fikirler içeren
sentezler şeklinde görülebilir. Burada kişi dini içerikli birtakım yanlış
düşünceler ile uğraşmaktadır. Örneğin kişinin kendini mehdi, evliya ya da
peygamber olduğunu iddia etmesi gibi. Bu kişilerin çevresinde, dinsel sanrıları
paylaşan kişiler olabileceği gibi, kişilik sorunları olan ya da hiçbir
psikopatolojisi bulunmayan sağlıklı bireyler de olabilir ve bu sanrılara
inanabilir.
Dini sanrıları mutlaka kültürel inançlar çevresinde değerlendirmek gerekir
çünkü bazen kültürel inançlarla karışabileceği için kişinin kültürel yapısının
bilinmesi önem taşır. Kısacası kişinin yaşadığı büyüdüğü kültürünün içerisinde
bu tarz düşünceler eğer varsa bu çok önemli değildir ve sanrı olarak
değerlendirilmez. Burada önemli olan kişinin bu düşünceye ne kadar inandığı ve
işlevselliğini ne kadar etkilediğidir.
Örneğin, kişi temizlik yaparken lavabosuna cinleri kovmak için sıcak su dokuyorsa bu sanrı olarak kabul edilmez
. Ancak bunun yanında sürekli cinlerle ilgili uğraşı varsa, onu taciz ettiğini,
onunla uğraştıklarını soyluyorsa o zaman sanrıyı değerlendirmek gerekir.
Bunlara ek olarak grandiyöz sanrıları olan kişiler çok değerli, güçlü,
önemli, zengin, üstün bir kimliğe sahip olduğunu iddia etmektedirler. Grandiyöz
sanrı bazen dinsel içerikli olup kutsal güçlerle ilişki kurabildiği ya da
onlardan mesaj alabildiği şeklinde de olabilir. Bu sebepten dolayı dinsel
sanrılar grandiyöz sanrılar ile birlikte görünebilirler.[28]

Pavlus’un Şam vizyonu.
Epilepsi hastası Aziz Pavlus’un Şam Vizyonu
İncil'de Pavlus'un yaşadığı kimi mistik deneyimler anlatılır. Bunlardan biri,
Pavlus’un Şam’a yolculuk yaparken gördüğü vizyondur (görüm). Şam’a yaklaştığı
esnada gökten gelen bir sesle yere yığılan Pavlus, “Saul, Saul, neden bana
zulmediyorsun” diye bir ses duyar ve bu sesin sahibinin Hz. İsa olduğunu
öğrenir.[29]
Pavlus’un yaşadığı iddia edilen mistik tecrübeler konusunda bir başka önemli
hususa daha değinmek gerekir. Zira bir kısım araştırmacı bu tecrübelerin, mistik
bir hayattan değil değil Pavlus’un epileptik olmasından kaynaklandığını iddia
etmektedir. Şam yolunda yaşadığı vizyon’da duyduğu sesler, hastalanması
neticesinde kör olup, yemeden içmeden kesilmesi gibi fenomenler ifade edilen
hastalığa delil olarak gösterilmiştir.[30]
Pavlus’un yaşadığı vizyonla ilgili olarak iki temel görüş ortaya çıkar. Birinci
olarak ortaya atılan görüş Şam vizyonunun apokaliptik bir görüm ve mistik bir
tecrübe olarak ortaya çıkar. Metafizik alem ve varlıklarla temas kurarak gizli
bazı bilgileri ortaya çıkarmak, Mesih ve Tanrı krallığı ile bilgiler vermek o
dönemin Apokaliptik geleneğin temel özellikleri arasındadır. Böyle bir
gelenekten gelen Pavlus, Mesih hakikatiyle ile ilgili bilginin kendisine İsa Mesih
tarafından öğretildiğini ifade eder. “Şam vizyonu” olarak adlandırıla bu olay,
Pavlus’un metafizik alemle ve kendisi tarafından “Tanrı Oğlu, Rab İsa Mesih”
olarak adlandırılan İsa ile iletişiminin başlangıcıdır. Paul’de güçlü bir
şekilde ortaya çıkan Apokaliptik görüntü nedeniyle Paul sonrası dönemlerde
“Pavlus’un Apokalipsi” başlıklı eserler yazılıştır.
İkinci olarak ortaya atılan görüş ise Şam vizyonu, Pavlus’un hastalığı ile
irtibatlandırılır. Buna temel dayanak olarak da Pavlus’un Yeni Ahit’te birkaç
yerde Pavlus’un fizyolojik olarak hasta olduğunu belirtmesi [31] ve vizyon
esnasında yaşadığı titreme, korkma, kendinden geçmesidir. Bundan dolayı da bazı
araştırmacılar, Pavlus’un görmüş olduğu vizyonları epilepsi vakası olma ihtimali
ile ilişkilendirirler.[32]
Bu tezi Pavlus’un kendisi de desteklemektedir. Zira “Galatyalılar’a Mektup”ta
bir bedensel hastalığa yakalandığını kendisi ifade etmektedir. [33]
2. Korintliler’de geçen ve kendisinin üçüncü göğe yükselme hadisesi de aynı
şekilde değerlendirmiştir. Bu bağlamda düşünüldüğünde Pavlus’un yaşadıkları
mistik tecrübeler yerine hastalıktan kaynaklanan haller olarak
değerlendirilmelidir. Söz konusu görüşü benimseyen araştırmacılar Pavlus’un
hastalığıyla ilgili Luka ve Pavlus’un külliyatındaki ifadelerden yola çıkarlar.
Pavlus, Galatyalılar’a gönderdiği mektupta hastalığını şu şekilde anlatmaktadır:
[30]
“Bildiğiniz gibi, Müjde’yi size ilk kez bedensel hastalığım nedeniyle
bildirmiştim. Bedensel durumum sizin için çetin bir deneme olduğu halde beni ne
hor gördünüz ne de reddettiniz. Tanrı’nın bir meleğini, hatta Mesih İsa’yı kabul
eder gibi kabul ettiniz beni.”
Korintliler’e gönderdiği ikinci mektupta da bunu dile getirmektedir:
“Aldığım vahiylerin üstünlüğüyle gururlanmayayım diye bana bedende bir diken,
beni yumruklamak için Şeytan’ın bir meleği verildi, gururlanmayayım diye.” [34]

Sol tarafta hastanın beyni, sağ tarafta dini deneyim sırasında nöral aktivetinin gerçekleştiği bölge.
“Tanrı İle Konuştuğunu” İddia Eden Bir Epilepsi Hastasının Nöral
Aktiviteleri
Dinî deneyim sırasında, beyin taramalarına dair nörolojik çalışmalar şimdiye
kadar bir gizem olarak kalmıştı. Ancak İsraiili bir ekibin, bir epilepsi
hastasının yaşadığı “Tanrıyı Görme” deneyimi sırasında nöral aktivitelerinin
ölçümlenmesi bu durumu açığa çıkartabilir.
Dailymail’de yer alan habere göre, Hadassah Hebrew Üniversitesi’ndeki
araştırmacılar, nadir yaşanan bir vakayı rapor ettiler. Vaka, hastanın “Tanrı
ile konuştuğuna” ve “onu gördüğüne” dair bir dini deneyim yaşadığı sırada
epilepsi hastalığının bir formu için tedavi edilmesini ele alıyordu.
Dr. Shazar Arzy ve Dr. Roey Schurr, 46 yaşındaki bir temporal lob epilepsisi
hastasını raporladılar. Ekip, tedavi amacıyla hastanın beyin aktivitelerini
ölçmek için EEG adı verilen beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel yöntemle
izlenmesini ölçen Elektroensefalografi testlerini uyguladı.
Testler sırasında şimdiye kadar hiç özel bir dini deneyimi olmadığı ve Yahudi olduğu belirtilen
hastanın nöbetleri durdurmak için aldığı antikonvülzan ilaç alımı da
durdurulmuştu. Ancak ekip test sırasında, hastanın donuk bir halde dik dik
tavana bakarak İbranice tanrı ismi olan Adonai’yi zikrettiğini ve “Tanrı’nın ona
yaklaştığını” hissettiğini raporladılar.
Hastanın kafasındaki kabloların çıkarılmasından hemen sonra hastanede yürüyüş yaparak, ‘Tanrı sana beni
gönderdi” demek sûretiyle mürit toplamaya çalıştığı gözlemlendi. Sorgulandığı
zaman somut planı olmadığı ama Tanrı’dan emin olduğu ve ona kurtuluş yolunda
talimat geldiğinden emin olduğu söyledi. Bu olaydan hemen önce, doktorlar
hastanın sol prefrontal korteksinde ani bir aktivite artışı ölçtüler.
Prefrontal korteks, beyindeki planlama ve algı ile ilgili bölge olması
dışında, daha önce dini ve mistik deneyimlerle de bağlantılı bir bölge olarak
ilişkilendirilmiştir. Ancak Epilepsi Vakfı’na göre, dünyada TLE nöbetlerini
yaşayan hastaların vakalarında ses ve görsel uyarı niteliğinde halüsinasyonlarda
“aşırı gerçek”, “rüya gibi”, “çevreden kopmuş” durumların nadir olmadığı
belirtiliyor. İsrailli ekip, çalışmasında hastanın, postiktal psikoz kapsamında
psikotik atak sonucu gördüğü görkemli dini sanrı ve misyoner bir coşku içinde
acı çektiğine inandıklarını belirtiyorlar. Postiktal Psikoz, epileptik nöbetler
sonrası psikotik atağın bir formu olarak niteleniyor.[35]
Olgu Sunumu
31 yaşında, ilkokul mezunu, evli hasta; bağırıp-çağırma, dini uğraşılarında
artma, annesine ve etrafındakilere saldırganlık, yüksek sesle melodik olarak
şehadet getirme şikayetleriyle 11.9.1993 tarihinde hastaneye götürüldü. 4
yaşından bu yana evden çıkıp gitmeleri, dengesiz konuşmaları ve amaçsız kafa
sallama hareketleri oluyordu .
Arada “tuhaflığı”, anlamsız gülmeleri, askerden döndükten sonra anlamsız ve
küfürlü konuşmaları olduğu, bu belirtilerini kendiliğinden kaybolduğu
bildiriliyordu. 6-7 yaşlarında ailesinin “uğrama” olarak adlandırdığı, hastanın
ise “davullar geliyor, zurnalar çalıyor” diye tanımladığı yaşantıları olmuş. Bu
nedenle hocaya götürülmüş, kendiliğinden düzelmiş .
5 yıl önce 3.4.1989 günü hastaneye ilk yatışında; saldırganlık, çok konuşma,
uykusuzluk ve başvurusundan 2 gün evvel çırılçıplak soyunma şikayetleri
mevcuttu. Geldiği gün yapılan psikiyatrik muayenesinde psikomotor aktivitesi
yavaşlamış, yakın bellek ve yapıp çatmada bozulduk çağrışımlarında gevşeklik,
kulağına “şıkır şıkır” sesler geldiğini söylediği tespit edilmişti. Yapılan
laboratuar tetkikleri ve EEG’si normal bulundu ve ortalama 30 mg Halloperidol
tedavisi ve “atipik psikoz” tanısı ile taburcu edildi.
24.1.1990 tarihindeki ikinci yatışında uykusuzluk, iştahsızlık, sıkıntı,
saldırganlık, “Dünya yandı, bitti. Haydin mezarlığa” diye bağırma şikayetleriyle
başvurdu. Psikiyatrik muayenesinde; psikomotor aktivitesi yüksek, sürekli ve
yüksek sesle konuşma, yükselmiş mizaç, çağrışımlar kopuk, işitsel varsanılar,
yetersiz yoğunlaşma, yakın bellekte zayıflık ve içgörüsünün olmadığı tespit
edildi. İki uçlu mizaç bozukluğu, manik hecme psikotik özellikli tanısıyla ve 30
mg Halloperidol tedavisiyle taburcu edildi.
21.5.1991 tarihindeki üçüncü yatışında saldırganlık, uykusuzluk,
bağırıp-çağırma, kendi kendine konuşma yakınmalarıyla elleri bağlı bir şekilde
getirildi. Yapılan psikiyatrik muayenesinde psikomotor aktivitesi yüksek
bulundu. Görüşme esnasında yüksek sesle dua okumaya başladı. Duygulanımı
oynaktı. Kendine çok güvenliydi. Neşeliyken birden “Allah benim hacılığımı aldı”
diyerek ağlamaya başladı. Dikkat, bellek, yönelim bozukluğu saptanamadı. Düşünce
içeriğinde “Allahın sevgili kulu olduğu, ermiş olduğu” şeklinde büyüklük
hezeyanları tespit edildi. İki uçlu mizaç bozulduğu, manik hecme tanısıyla 8
seans EKT, Halloperidol 10 mg ile tedavi edildi. Lityum tedavisi ile taburcu
edildi .
7.7.1992 tarihindeki dördüncü yatışında kendi kendine konuşma, sürekli namaz
kılma, uyumama, “Ben büyüğüm, hacıyım” gibi konuşma yakınmalarıyla elleri bağlı
olarak getirildi. Yapılan psikiyatrik muayenesinde psikomotor aktivitesi normal,
duygulanımı oynak, belleği normal, yapıp-çatması bozuk olduğu ve düşünce
içeriğinde mistik hezeyanları olduğu tespit edildi. 7 seans EKT uygulandıktan
sonra hastanın şikayetleri kaybolunca EKT kesildi. EKT kesildikten 10 gün sonra
hastanın ajite olduğu gözlendi ve yapılan 1 ampul Klorpromazin’e cevap
vermeyince hastaya 5 mg Diazepam yapıldı ve sakinleştiği gözlendi.
Ertesi gün hastanın alt kattaki bir servise inip ne yaptığını bilmez bir
halde dolaştığı gözlendi. Bundan 3 gün sonra yapılan muayenesinde Allah’ın
sesini duyduğunu, Allah’ı gördüğünü ve Allah’ın elini öptüğünü söyledi. Tekrar
EKT’ye başlandı, 2 gün sonra yapılan muayenesinde bir yakınması olmadığı,
yöneliminin tam olduğu tespit edildi. İki uçlu mizaç bozulduğu manik hecme
(psikotik özellikli) tanısıyla yatışından 20 gün sonra 30 mg Halloperidol
tedavisi ile ileri salah halinde taburcu edildi.
17.8.1992 tarihindeki ve 29.6.1993 tarihindeki beşinci ve altıncı
yatışlarında da daha önceki başvurularındakine benzer şikayetlerle getirildi,
yine EKT ve nöroleptik tedavileri uygulandıktan sonra iki uçlu mizaç bozulduğu
tamlan alarak salah halinde taburcu edildi.
Son defa 11.9.1993 tarihinde hastaneye başvurusundan 3 gün önce başlayan
bağırıp çağırma, dini uğraşlarında artma, melodik olarak şehadet getirme,
annesine ve çevresine karşı bıçakla saldırma, ölmek istediğini söyleme
şikayetleriyle getirildi. Aynı gün yapılan psikiyatrik muayenesinde bilinci açık
olduğu, kronolojik yaşından büyük gösterdiği, negativist olduğu, psikomotor
aktivitesinin ileri derecede artmış olduğu belirtilmiş, duygulanımının oynak,
zamana yöneliminin bozuk olduğu tespit edildi. Psikiyatrik muayenesinin geri
kalan kısmı, saldırgan ve negativist tutumu yüzünden yapılamadı.
Yaklaşık 6 yıldır evli olan hasta, yaşamının büyük kısmını geçirdiği köyünde
hasta olduğu zamanlar hariç çobanlık yaparak geçimini sağlıyordu. Hastanın
ailesi ve kendisinden alınan hikayeden daha evvel bilinen diğer bir tıbbi
hastalığının bulunmadığı, herhangi bir madde ve alkol kullanmadığı tespit
edildi. Yapılan fizik ve nörolojik muayenelerinde herhangi bir patolojik bulguya
rastlanılmadı. Hastanın yapılan laboratuar tetkiklerinden tam kan sayımı, kan
şekeri, kan üre değeri, sedimentasyonu, HIV antijeni, T3, T4, TSH,
elektrolitleri normal sınırlar dahilinde bulundu. Çekilen uykusuzluk ve normal
EEG’si, BBT ve MRI’inde patolojik bulguya rastlanılmadı.
11.9.1993 tarihindeki yatışında hastaya nöroleptik ve EKT tedavisine
başlandı. Yatışından 3 gün sonra yapılan psikiyatrik muayenesinde hastanın
iletişime girdiği, yönetiminin tam olduğu, hastaneye yatarken yaptığı
hareketleri hatırlamadığı, yöneliminin tam, psikomotor aktivitesinin artmış,
çağrışımlarının düzgün, amaca yönelik olduğu, hezeyan ve varsan ısının olmadığı
tespit edildi. 23.9.1993 tarihinde EKT kesildi. 29.9.1993 tarihinde hastanın
eksitasyon içinde “Allah!.. Herkes öldürüldü, dünya batıyor mu? Öleyim daha iyi”
şeklinde bağırdığı, bu esnada etrafındakileri tanımadığı, kollarını birbirine
kavuşturarak elleriyle dirseklerini sıvazladığı, etrafına boş boş bakarak ağzını
şapırdattığı gözlendi. Şaşkın ve ajite bir halde görüldüğünden kapalı servise
alındı. Hastaya 1 ampul Klonezepam intravenöz uygulandı ve hastanın sakinleştiği
gözlendi.
30.9.1993 tarihinde (ertesi gün) hasta, vizite esnasında “Allah!..” diye
bağırıyor ve kendisiyle iletişim kurulamıyordu. Kıyamet gününün yaşandığını,
etrafındaki insanların kaçıştığını, koşuştuğunu, ağladığını söylüyordu.
2.10.1993 tarihinde psikomotor aktivitesi doğal, yönelimi tam bulundu.
Çağrışımlarının düzgün olduğu, hezeyan ve varsan ısının olmadığı tespit edildi.
Klinikte son geçirdiği bu nöbetten sonra başlanan 600 mg Karbamezapin
tedavisiyle yaklaşık 1 ay süreyle nöbet gözlenmeyen takibinden sonra aynı tedavi
ile taburcu edildi. Hastanın ayaktan yapılan kontrollerinde yaklaşık 3 aydır
nöbet geçirmediği tespit edildi. [36]
Epilepsisi (Sarası) Olan Ünlüler
- Dostoyevski
- Jeanne D’arc
- Napolyon
- Van Gogh
- Sezar
- Tchaikovsky
- İskender [5]
- Beethoven
- Sir İsaac Newton
- Agatha Christie
- Leonardo Da Vinci
- Alfred Nobel
- Michelangelo
- Charles Dickens
- Rick Harrison [37]

Epilepsi Nöbetleri
Epilepsili hastalarda kontrolsüz elektriksel deşarjlar meydana geldiğinde
etkilenen beyin bölgesinin işlevine göre hastada kas kasılması, bayılma, görsel
sanrılar gibi sağlıklı bireylerde görülmeyen belirtiler ortaya çıkabilir.
Bunlara nöbet diyoruz. Nöbetler epilepsinin karakteristik özelliğidir ve 40’tan
fazla farklı nöbet tipi tanımlanmıştır.
Çok şiddetli olanları olmakla birlikte
hafif seyreden ya da başkalarının fark etmesinin çok zor olduğu nöbet tipleri de
bulunuyor. Nöbetlerin ne zaman ve nerede geleceği bilinmediğinden hastaların
yaşam kalitesi olumsuz etkilenir. Bereket ki nöbetler genellikle kısa sürelidir.
Epilepsi nöbetlerinin çok değişik tipleri bulunmakla birlikte temelde iki
tiptir. Beyinde sınırlı bir bölgede başlayan (parsiyel) ve beynin iki yarım
küresini içine alan, yaygın olarak başlayan (jeneralize) nöbetler.
Epilepsiye neden olan istemsiz elektriksel deşarjların daha çok beynin
temporal bölge denilen kısmında (beyin dokusunun kulaklara bakan kısmı) ortaya
çıktığını görüyoruz. Beynin elektriksel deşarjın olduğu bölgesindeki işlevlerine
göre epilepsi nöbetlerinin yansıması farklı olacaktır. Örneğin deşarjın olduğu
bölgede kas hareketleri kontrol ediliyorsa nöbetler kas kasılması şeklinde
görülecektir.
Beynin görsel olayların kontrol edildiği enseye bakan bölgesine (oksipital
bölge) deşarjlar oluyorsa nöbetler görsel halüsinasyonlar (sanrılar) şeklinde
meydana gelecektir. Beynin çok sayıda farklı duyu ve motor (hareket) işlevi
olduğu düşünüldüğünde epilepsi nöbetlerinin de çok farklı olması kaçınılmazdır.
Her nöbetin mutlaka epilepsi anlamına gelmediğinin bilinmesi, unutulmaması
gereken önemli bir noktadır. Epilepsi dışındaki nedenlerden kaynaklanan nöbetler
de olabilir. [3]
NÖBET BAŞLAMADAN ÖNCE
- Ağzında takma dişleri çıkarılabilir
- Dişlerinin arasına yumuşak bir kumaş, havlu konabilir
- Kravatını ya da elbisesini gevşetin
- Gözlük kullanıyorsa gözlüğünü çıkarın
NÖBET SIRASINDA
- Başının altına yumuşak bir şeyler yastık gibi konabilir.
- Nöbet başladıktan sonra yapılacak en iyi yardım sırtüstü yatan hastanın
başını bir yana çevirmek ve kusmuk ya da tükürüğünün solunum yolunu
tıkamasını önlemektir.
- Nöbet bitince ağzında salya ya da kusmuğu temizlenmelidir.
- Nöbet sırasında ağzını açmaya ya da dişlerinin arasına sert cisimler
sokmaya ÇALIŞMAYIN. Dişlerini kırabilir, ağzında yaralar açabilirsiniz.
- Soğan, kolonya vs koklatmak nöbeti sonlandırmaz.
- Su ya da katı şeyler yedirilip içirilmeye çalışılmamalıdır
- Kol ve bacaklarda kasılma devam ediyorsa durdurmaya çalışmayın:
İstemeden KIRIK ÇIKIĞA yol açabilirsiniz.
Önceden nöbet öyküsü olmayan kişi nöbet geçirirse;
- Nöbet 5 (beş) dakikadan fazla sürmüşse
- Bir nöbet bitip bilinci yerine gelmeden ikinci nöbet geçiriyorsa
- Kafasını ve vücudunu yaraladıysa
- Nöbet bitmesine rağmen solunum zorluğu varsa
- Başka bilinen bir hastalığı varsa
ACİL AMBULANS ÇAĞRILMALIDIR
Önceden epilepsisi bilinen bir kişi nöbet geçirirse;
- Nöbet 5 (beş)dakikadan kısa sürmüşse
- İlk müdahele tam olarak yapıldıysa
HASTANEYE götürülmesine gerek yoktur. Nöbet sonrası uyuyabilir. Bazı
nöbetlerde uyumadan kendine gelebilir [5]
Cezai Ehliyet
Epilepsi hastalığı ile suç arasındaki ilişki, ilk olarak Lombroso tarafından
ortaya koyulmuştur. Bütün epileptiklerin suç işlediği söylenemezse de, suç
işleyenler arasındaki epileptiklerin oranı da göz ardı edilemez. Epileptiklerin,
yukarıda tarif edilen kişilik yapıları ya da geçirmekte oldukları nöbetlerdeki
“konfüzyon” halleri nedeniyle sıklıkla suç işledikleri görülmüştür.
Epileptiklerin işledikleri suçların başında öldürme, yaralama, yangın çıkarma,
hakaret, tehdit, ordudan firar, teşhircilik gelir. Özellikle öldürme suçunun,
epileptik karakterin bir sonucu olarak ya da nöbet öncesi ve sonrası oluşan
konfüzyon devreleri esnasında işlendiği tespit edilmiştir. Epileptik suçluların,
bu suçları işlerken genellikle, bıçak ve balta kullandıkları, darbe sayısının
çok olduğu, yine bu konfüzyon devrelerinde en yakınlarını öldürebildikleri,
nöbetten açıldıktan sonra işlemiş oldukları suçu öğrenerek üzüntü duydukları,
hatta intihar ettikleri görülmüştür. Suçun ani işlenişi ve ortada bir sebebin
bulunmaması, şiddet ve gazap halini gösteren delillerin bulunması, olayda
epileptik bir etkenin olduğunu düşündürmelidir.
Epileptik bir kişinin işlediği suçları, suçun işlendiği zamana ve bu zamanda
kişinin, hastalığın hangi aşaması içerisinde bulunduğuna göre, beşe ayırarak
incelemek mümkündür. Bu gruplandırma ve her bir gruba ilişkin olarak ceza
ehliyetinin durumu, aşağıdaki gibidir:
- Nöbet dışında işlenen suçlar: Bu suçlara ilişkin olarak, kişinin ceza
ehliyeti tamdır.
- Epilepsi nöbeti sırasında, öncesinde ya da sonrasında oluşan konfüzyon
tablosu içerisinde işlenen suçlar: Bu suçlara karşı kişinin ceza ehliyeti
yoktur (TCK m. 32/1).
- Epileptik karakter özellikleri ile ilgili olarak işlenen suçlar: Bu
suçlara ilişkin olarak, azalmış da olsa kişinin ceza ehliyeti vardır (TCK m.
32/2).
- Epilepsi nöbeti sırasında işlenen suçlar: Bunlara örnek olarak, nöbet
esnasında yere düşerken elindeki tabancanın patlaması ile sebebiyet verilen
ölüm ya da yaralama; araç kullanma esnasında nöbet geçirerek kazaya
sebebiyet verme gibi durumlar gösterilebilir. İlk örnekte kişinin ceza
ehliyeti yok ise de, ikinci örnek bakımından, kişinin, epilepsili olduğunu
bile bile tehlike arz edecek şekilde araç kullanması halinde, ceza
ehliyetinin varlığı kabul edilebilir.
- Epilepsi psikozu ya da epilepsi demansı bulunan kişilerin işledikleri
suçlar: Bu kişilerin ceza ehliyetleri yoktur. Bunlara, TCK m. 32/1
uygulanır. [5]
Epilepsi Hastaları Hangi Meslekleri Yapamaz?
Epilepsi hastaları pilotluk, dalgıçlık, cerrahlık, kesici ve delici
makinelerle çalışan meslekler, yüksekte çalışmayı gerektiren meslekler,
dağcılık, araç sürücülüğü, itfaiyecilik ve silah kullanmayı gerektiren polislik
ve askerlik gibi meslekleri yapamaz. Ayrıca epilepsi hastalarının iş yerlerine
hastalıkla ilgili durumlarını bildirmeleri gerekir.[4]
Türkiye’de trafik yasasına göre epileptik kişinin sürücü belgesi alma ve
kullanma hakkı yoktur.[5]
Kaynaklar
[1] Gülbu Tanrıverdi, Melike Yalçın Gürsoy, Halil Murat Şen ve Handan Işın
Özışık Karaman, “Epilepside Geleneksel Tıp Uygulamaları: Çanakkale Örneği”, Türk
Epilepsi ile Savaş Derneği, 2013, Sayı: 19 (1), s:29-33.
[2] Güner Hande Ulutürk , “Türk Ceza Hukukunda Akıl Hastalığı ve Kusur
Yeteneğine Etkisi” (yüksek lisans tezi), T.C. Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İstanbul 2009, s.94.
[3] Abdurrahman Coşkun, “Beynimizde Çakan Şimşekler: Epilepsi”, Bilim ve Teknik,
Mayıs 2011, s.77-80.
[4] https://www.medicalpark.com.tr/epilepsi/hg-1764
[5] Prof. Dr. Candan Gürses, “Epilepsi”, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp
Fakültesi Nöroloji AD, Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi, İstanbul 2014, s.95-96.
[6] https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/epilepsi/
[7] Aydın Sayılı, “Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve
Tıp”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1982, s. 130.
[8] Ekrem Sarıkçıoğlu, “Din Fenomenolojisi, Dinlerin Mahiyeti ve Tezahür
Şekilleri”, Fakülte Kitabevi, Isparta 2011, s. 284.
[9] Yrd. Doç. Dr. Azize Uygun, “İncillerde Hz. İsa’nın Cin Çıkarma Mucizesine
Eleştirel Bir Yaklaşım”, Tarih Okulu Dergisi (TOD), DOI No: dx.doi.org/10.14225/Joh814,
Aralık 2015, Yıl: 8, Sayı XXIV, s.762.
[10] Yrd. Doç. Dr. Azize Uygun, , “Antik Dönem Büyüsel Tedaviler ve Günümüz
Örnekleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:
2011/2, Sayı: 27, s.69.
[11] Prof. Dr. Ali Haydar Bayat, “Tıp Tarihi”, İstanbul 2016, s.51.
[12] Mark Geller, “A Babylonian Perspective on Greek Medicine”, Cambridge
University Pres, Medical History, 2006, Jul.1; 50(3): 392-395, s.394.
[13] Andrea E Cavanna, “Epileptic Seizures and Spirit Possession in Haitıan
Culture: Report Of Four Cases and Review of the Literature”, Epilepsy Behav
2010;19(1):89-91.
[14] Yrd. Doç. Dr. Azize Uygun, a.g.e., s.775.
[15] Mervecan Baykan, “Yenişehirli Avnî’nin Mir’ât-ı Cünûn’u Bağlamında Delilik
Kavramı” (yüksek lisans tezi), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı,
Ankara 2017, s.2.
[16] A. Millogo, V. Ratsimbazafy, P. Nubukpo, S. Barro, I. Zongo, ve P. M. Preux,
“Epilepsy and Traditional Medicine in Bobo-Dioulasso” (Burkina Faso)., Acta
Neurol Scand 2004; 109(4), 250-4.
[17] Prof. Dr. Ertuğrul Eşel , “Dinî ve Mistik Deneyimlerin Muhtemel Bilişsel ve
Nörobiyolojik Düzenekleri”, Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, Cilt: 19, Sayı: 2,
2009, s.196-202.
[18] Dr. Handan Neze, “Epilepsi Hastalarında Psikiyatrik Komorbidite” (uzmanlık
tezi), T.C. Sağlık Bakanlığı, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve
Sinir Hastalıkları, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2006, s.22.
[19] Bkz. Mehmet Görmez, “Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu”,
Ankara 1997, s. 251.
[20] Yrd. Doç. Dr. Adem Dölek, “Mikroplar Cinlerin Bir Nev‘i mi?: Bir Hadisle
İlgili İki Yorumun Eleştirisi ”, Hadis Tetkikleri Dergisi (HTD), III/1, 2005,
s.110-111.
[21] Turgay Şirin, “Metafizik Varlıklardan Cinlere İnancın Psiko-sosyal
Boyutları” (yüksek lisans tezi), T.C. Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İlahiyat Anabilim Dalı, Felsefe ve Din Bilimleri Bilim Dalı, İstanbul
2006, s.84.
[22] Tahir Obeid ve Ahmad Abulaban vd., Possession by ‘Jinn’ as a Cause of
Epilepsy (Saraa): A study from Saudi Arabia, Seizure - European Journal of
Epilepsy, Seizure 21 (2012) 245–249.
[23] Tevfik Yücedoğru, “İslam’a Giriş”, DİB Yayınları, İstanbul 2007, s.253.
[24] Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Yalçınkaya, “İlâhi Dinlerin Cin Kavramı Algısı:
Genel Bir Yaklaşım”, Pearson Journal of Social Sciences & Humanities, Volume: 5,
Issue: 7, s.172.
[25] Heiner Fruehauf, “Driving Out Demons and Snakes Gu Syndrome, a Forsetten
Clinical Approach to Chronic Parasitism”, Journal of Chinese Medicine, Number:57,
May 1998, s.10.
[26] Yrd. Doç. Dr. Azize Uygun, a.g.e., s.779.
[27] Yrd. Doç. Dr. Azize Uygun, a.g.e., s.778.
[28] Prof. Dr. İsmet Kırpınar, “Genç Psikiyatristin El Kitabı”, Psikonet
Yayınları, İstanbul 2018.
[29] İncil, Elçilerin İşleri, 9:1.
[30] Eduart Caka, “Bir Mistik Olarak Pavlus” (doktora tezi), T.C. Uludağ
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı,
Dinler Tarihi Bilim Dalı, Bursa 2014, s.145-146.
[31] İncil, 2. Korintliler, 12:7-8
[32] Fatih Mehmet Berk , “Aziz Paul ve Şam Vizyonu”, Journal of Life Sciences,
Volume 1, Number 1, (2012), s.513-514.
[33] Eduart Caka, “Pavlus’un Mektupları ” (yüksek lisans tezi), T.C. Uludağ
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı,
Dinler Tarihi Bilim Dalı, Bursa 2009, s.19.
[34] İncil, 2. Korintliler, 12:7.
[35] https://www.sozcu.com.tr/2016/saglik/tanri-ile-konustugunu-iddia-eden-epilepsi-hastasinin-noral-aktiviteleri-bilimsel-arastirma-olarak-yayimlandi-1234355/?utm_source=dahafazla_haber&
utm_medium=free& utm_campaign=dahafazlahaber
[37] “Famous People with Epilepsy”, https://epilepsytoronto.org/about-epilepsy/learn-about-epilepsy/famous-people-with-epilepsy/
[36] Haluk A. Savaş, Ahmet Coşkun, Defne T. Tezcan ve Oğuz Arkonaç , “İki Uçlu
Mizaç Bozukluğu Olarak Takip Edilmiş Bir Kısmi Karmaşık Epilepsi Olgusu ”,
Düşünen Adam; 1994, 7 (3), s.49-50.
Bu sayfa hakkında yorum ekle: