
İbn Arabî ve Bir Var Bir Yok Evren
Hazırlayan: Akhenaton
“Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır.” (Sezai Karakoç)
İbn Arabî, varlığı anlatırken: “Bir var bir yok, her an var oluş ve her an
yok oluştur.” der. Aslında anlatmak istediği sürekliliktir. Gördüğümüzü bize var
gösteren, söz konusu sürekliliktir... Öyleyse görüntüye dikkatli baktığımızda,
bu var oluşu ve yok oluşu görebilmek, en azından hissedebilmek mümkündür.
İnsanın tabiatla olan aidiyet ilişkisi kopmamışsa bunu içinde bulunduğu mekânın
her anında yaşar ve hisseder. Bu yanıyla fotoğraf bir anı dondurma ya da onu
sınırlama değil, aksine o an üzerinden mekânın ve zamanın içine dahil olmaktır.
Nitekim bazı fotoğraflarda var ile yok’u aynı anda yaşarsınız. Huzur ve hüzün
iç içedir. Işık ve karanlığın iç içeliği gibi. Hayat ve ölümün aynı anda
yansıması gibi... Işığın mekânla, mekânın insanla ilişkisi karanlığın gizeminde
bir araya gelir. Zamanda mısınız, mekânda mısınız anlayamazsınız.[1]
İbni Arabî’ye göre “an” olan zamanı idrak etmemiz mümkün değildir, ancak
“keşif” yani “şübut” denilen, kalbi bir meleke ile müşahede etmek mümkündür.
Arabî, bunu da ancak ariflerin yapabildiğini dile getirmektedir.
Her nefes, her “an”, her yaratılış manası birbiri ile benzerlik taşır. “An”daki
yaratım, süreklidir ve benzerlik taşımaz. Her görünüm, birbiri ile aynılık ve
benzerlik taşımaz. İlahi isimler, sıfatlar ve sûretler sonsuzdur. Biz kendi
evrenimize ait olan sayısını bilmekteyiz, bilmediklerimiz de mevcuttur. Ancak bu
ilahi isim ve sûretler, An zaman ile birbirleriyle münasebetleri ile yaratılış
halindedirler. An, varoluş ve yok oluşu kendi bünyesinde korur.
Yani hem var hem yok, An’a aittir. An dendiği anda hem varoluş ve hem yok
oluş gerçekleşmiştir. Evren genişler, büzülür, genişler, büzülür ve bu sonsuz
sayıda devam eder. Ve her olagelen ve olmakta olan her seferinde tekrarlanır.[2]
İbn Arabî’ye göre Hakk’ın sürekli tecelli edişi nedeniyle âlem “sabit”
kalamaz. Âlem, ilahi tecelli’nin sûretleridir, sûretler ise gelip geçicidir. Âlem her an sûretlerde başkalaşır; İbn Arabî’nin ifadesiyle yeniden yaratılır (halk-ı
cedîd). Yeniden yaratılış, İbn Arabî’nin âlem anlayışının dinamik tabiatını
ortaya koymaktadır. Buna göre, varlıkta durağanlık yoktur; içinde bulunduğumuz
âlem, her an yeniden yaratılır ve onu izleyen anda yok olur.
“Her tecelli yeni bir yaratmayı getirip başka bir yaratmayı götürür.” Dolayısıyla sürekli bir
“yeniden yaratılış” ve “yok oluş” süreci yaşanır. Âlem bir “an”dan bir “an”a değişip durmaktadır. Öyleyse hiçbir an tekrar etmez. Her “an” eşsizdir; Hakk’ın
benzersiz bir sûrette yeni bir tecellisidir. İbn Arabî, buradan yola çıkarak
“tekrarlanamazlık”ı ontolojik bir ilke olarak görür.
Yeniden yaratılışa yapılan bu vurgu, bize âlemin sadece var olmak için değil,
aynı zamanda her an varlığını sürdürmek için de Allah’a muhtaç olduğunu
gösterir. İbn Arabî, eşyanın yoksunluğu (fakr) nedeniyle bunun böyle olduğunu
söyler. Eğer bir şey iki anda aynı halde — ya da aynı sûrette — “sabit”
kalsaydı, bu süre boyunca Allah’a karşı bağımsız (müstağni) olurdu. Halbuki
âlem, Allah’a sürekli muhtaçtır ve bu nedenle her an yeni bir yaratılışta ve
değişim halinde olması zorunludur. Ona göre, “O her gün bir iştedir” (Rahman 29)
ayeti, Allah’ın sürekli yaratan olmasına delildir. Ancak insanların çoğu bu
“yeniden yaratılış”ın farkında değildir.
Âlemde tekrar eden hiçbir şey olmamasına ve her an yeniden yaratılış söz
konusu olmasına rağmen bize süreklilik ve düzen hissini veren nedir? Toshihiko
Izutsu (井筒 俊彦)’nun dediği gibi, sürekli değişim öylesine düzenli ve belirli
kalıplara uygun olarak vuku bulur ki, biz etrafımızdaki âlemin hep aynı ve tek
âlem olduğunu hayal eder dururuz Bunun nedeni İbn Arabî’ye göre “benzer”lerin
varlığıdır. Hak varlık âlemine sürekli benzerler (emsal) getirir.
Varlıkta tekrarlayan hiçbir şey yoktur; sadece sûretlerde birbirine benzeyenler vardır.
Bu durumda tekrar sayılan şey de aslında “benzer”lerin ardı ardına varlık
âlemine girmesidir. Ancak, benzerler insanlar için bir “perde”dir; Hakk’ın
sürekli yaratılışta olduğu gerçeğinden bizi perdeler. İbn Arabî, “hiçbir perde
diğerinin aynı değildir” der. Yani, bir şeyin “benzer”i onun “aynı” değildir.
Varlıkta “aynı” olan hiçbir şey yoktur. Bilakis her şey, zatında bulunduğu
hakikatiyle diğerinden ayrıdır. İlahi genişlik/bolluk gereği Allah her şeyi, onu
başkasından “farklı” kılan bir özellikte yaratmıştır. Söz konusu özellik
nedeniyle her şey eşsiz ve “bir”dir.[3]
Nehir akıp gittiği için, aynı nehre iki kez giremeyeceğimizi ifade eden
Herakleitos’a göre de evrende bulunan hiçbir nesne ve nesnellerin hiçbir
özelliği yoktur ki, değişmeden aynı biçimde kalsın. Her şey, bir başka şeyin
yıkımı ve ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve daha sonra kaybolup
gitmektedir.[4]
İslâm’da Yeniden Yaratılış (Halk-ı Cedid)
“Yeniden Yaratılış” kavramı Kurân-ı Kerîm’de, Kaf Suresi’nin 15. ayetinde
geçmektedir. Mealen Ayet’te şöyle denilmektedir:
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
“Biz ilk yaratmamızda acizlik mi gösterdik? Hayır. Doğrusu onlar her vakit
yenilenip duran yaratılıştan şüphe içindedirler!” (Kaf 15)
Bu ayetin İslam alimlerince yorumlanmış bilinen anlamı, “Yeniden Yaratılış”
(Halk-ı Cedid) kavramının, öldükten sonra yeniden diriltileceğimiz, ceza günü
gerçekleşecek olan yeniden yaratılışı ifade ettiği şeklindedir. Yani içinde
bulunduğumuz evreni ve kendimizi sürekli olarak algılamamızı pekiştiren bir
yorumdur. Bir kez yaratılmış ve kıyametle yok olacak ve sonrasında tekrar
diriltileceğimiz ceza gününe kadar aynı varlığını sürdürecek olan bir evren
anlayışıdır.
Oysa aynı ayetin İbn Arabî yorumu, evrenin kesintililiğine dair gerekli her
türlü açıklamayı içeren tamamen farklı bir anlam açıklamaktadır. [5]
Rahman suresi 29. ayetinde ise şöyle der:
كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ
“O, her an yaratma halindedir / iştedir.” (Rahman 29)
Bu ayetten, kainatta her an tasarrufta bulunan Allah’ın, ardışık olarak gelen
iki anda varlığı aynı halde tutmadığı anlaşılmaktadır. Böyle bir hızdaki varoluş
ve an’daki değişimi, aynı anda algılamanın imkansızlığı ise açıktır. Çünkü
insan, “an” kavramının ifade ettiği hızda algılama gücüne sahip değildir. Zira,
“an” kavramı ifade edildiğinde, o zaten geçip gitmiştir. Evrende fizik olarak
çok küçük ölçü birimleri olmasına rağmen, Kuantum teorisine göre
“ölçülebilirlilik” sınırlıdır. Ayrıca zamanı “hareketin sayısı” olarak ele alan
felsefi yaklaşım, hareketin asgari iki an’ı kapsadığı ve ölçülebilir hareketin
bir an’da gerçekleşemeyeceği şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında an’ı
ölçecek bir hareketin olmadığı söylenebilir. Böyle bir hız, sadece Yaratıcı
Güç’e aittir. Değişim, farklı zaman ve mekanlarda yaşayan insanları, her “an”
değişimin yanında, değişmez mutlak gerçeklik olan Yaratıcı’yı bulup ona inanmaya
sevk eden önemli bir vasıtadır.[6]
Dolayısıyla Yüce Allah, her an bir yaratma halindedir ve bu sebeple her şey
değişmektedir. İnsanın da içerisinde yaşadığı âlem dinamiktir, sürekli bir
değişim ve yenilenmeye tabidir. İnsan her daim farklı şeylerle karşılaşır. Her
ne kadar farkında olmasa bile özünde bu durum insanı memnun eden, hayatını
renklendiren bir hadisedir.[7]
İbn Arabî’ye Göre Yeniden Yaratılış
İbn Arabî’nin dünya görüşünde, alemin varlık olarak ortaya çıkışı demek olan
“Hilkat”, yani yaratılış, Hakk’ın kendinden kendine tecellilerinin aşamalarıyla
özdeş. Bu tecelli, beliriş aşamalarını İbn Arabî halkın idrak edebilmesi için
aşağıdaki gibi sıralamıştır:
Hakk’ın kendi zatına tecellisi ile, zati bilincinin ilk belirişi olan ve
Hakk’ın kendini, kendine açığa çıkardığı, hiçbir zaman, hiçbir varlık
tarafından asla bilinemeyecek olan, gayb alemindeki tecelli.
Eşyanın
arketipleri olan, sabit gerçeklerin (ayan-ı sabitenin), yani eşyanın İlahi
Bilinç’teki ezeli sûretlerinin belirişi anlamındaki “feyz-i akdes”, günümüz
Türkçesiyle ifade etmeye çalışırsak, “daimi kutsal beliriş”.
İlahi Bilinç’in içeriğini oluşturan, eşyanın ezeli sûretlerinin olasılık
halinden görünen gerçeklik alemine çıkmaları, yani İbn Arabî’nin “ayan-ı
sabite” adını verdiği, eşyanın ezeli sûretlerinin potansiyelini
gerçekleştirerek fiilen duyulara hitap eden alemde belirişleri anlamındaki
“feyz-i mukaddes”. Görünen alemdeki idrak olunan tecelli.
Nesnelerin varlığa bürünmeleri.
İbn Arabî’ye özgü Yaratılış teorisine göre Hakk’ın zati tecellilerinin art
arda gelen bu aşamaları, sonu olmaksızın kendini yineleyen, her an yok oluş ve
yeniden yaratılış döngüsü şeklindedir. Belli bir anda sonsuz sayıda nesne ve sonsuz
sayıda özellik varlık kazanırken, takip eden anda bunlar yok olup, bunların
yerine geçen sonsuz sayıdaki farklı nesne ve özellik varlık kazanıyor. İki
farklı anda evrendeki hiçbir şey birbirinin aynısı değil. Alemin her an yeniden
yaratılmakta olduğunu ifade eden Arabi’ye göre, “halk-ı cedid” olarak
adlandırdığı bu yeniden yaratılışın anlamı; sonsuza dek ve her an yenilenen bir
Yeniden Yaratılış’tır.. [5]
İbn Arabî’nin dile getirdiği yeniden yaratılış (halk-ı cedîd) düşüncesi İslam
düşüncesinde yeni değildir. İbn Arabî de, yeniden yaratmadan söz ettiği
pasajlarda Eş’arî kelamcılara atıfta bulunur. Eş’arîlere göre âlem; cevher ve
arazlardan oluşur. Atom teorisi olarak da bilinen bu düşünceye göre, cevher — ya
da atom (zerre) — “sabit”tir; cevhere ilişen arazlar ise “iki anda baki
kalmayacak şekilde” sürekli değişim ve başkalaşma halindedir. Arazın sürekliliği
yoktur; bir anda var olan bir araz, onu izleyen anda yok olur ve yerine
“benzer”i yaratılır. Bu teori ile İbn Arabî düşüncesinin en temel benzerliği
eşyadaki arazların sürekli bir yenilenme halinde olması (tecdîdü’la’râz)’dır.
Arazlar her an yeniden yaratılır; dolayısıyla âlemdeki her türlü değişimin
sebebi de doğrudan Allah’ın yaratması ile meydana gelmektedir.[8]
Arazların Teceddüdü
Boşlukta yer tutan cisimlerde ses, renk, hareket ve sükûn gibi arazların
bulunduğu gözlem yoluyla bilinmektedir. Yok iken var olan arazların bir yaratıcı
sayesinde meydana geldiği açıktır. Allah tarafından yaratılan arazlar, tıpkı
cisimlerin hareketi ve zamanın oluşumu gibi yaratıldığı ilk anın ardından hemen
yok olur ve ikinci anda Allah tarafından benzerleri yeniden yaratılmak sûretiyle
mevcudiyetini sürdürür. Esasen araz kavramının taşıdığı anlam da zamanın en
küçük parçası olan “an”da oluşmasından sonra hemen yokluğa mâruz kaldığını
gösterir. Ayrıca arazlar mekân tutma özelliği (mütehayyiz) taşımadıkları için
bir yerden başka bir yere intikal edemez, bundan dolayı zaman ve mekânda
sürekliliklerinden söz edilemez.
Onların sürekli var olduklarının müşahede
edilmesinin sebebi her an yaratılmak sûretiyle yenilenmeleridir. Bunu,
damlacıklardan oluşan suyun yukarıdan aşağıya inerken kesintisiz bir görüntü
vermesine benzetmek mümkündür. Aslında sürekliliği ifade eden bekā bir
gerçekliği değil itibarî olan bir varlığı temsil eder. Kelâmcıların büyük
çoğunluğu bu görüştedir. Mu‘tezile’den Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Ebû Ali el-Cübbâî
ve Ebû Hâşim el-Cübbâî renk, koku ve tat; Mâtürîdiyye’den Beyâzîzâde Ahmed
Efendi ise renk, şekil, idrak ve meleke türü arazların devamlı olup
yenilenmediği görüşündedir. Arazların teceddüdü düşüncesi kelâmcılar tarafından
âhiret âlemine de teşmil edilmiş ve cehennemde azap görenlerin yanan derilerinin
yenileneceğine ilişkin âyet (en-Nisâ 4/56) dikkate alınarak orada da varlıkların
devamının bu şekilde gerçekleşeceği düşünülmüştür.[9]
Cevherlerin Teceddüdü
Bu konuda kelâmcılar arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır:
A) Cevherler arazlar gibi yaratıldıkları ilk anın ardından yok olmakta
ve ikinci anda tekrar yaratılmaktadır; çünkü cevherler arazların birleşmesiyle
meydana gelir. Arazlar her an yaratıldığına göre cevherlerin de her an
yenilenmek sûretiyle yaratılması zorunludur. Aksi takdirde cevherlerin varlığı
hiçbir zaman sona ermezdi. Allah’ın her an (gün) bir yaratış içinde olduğunu
bildiren âyet de (er-Rahmân 55/29) bu görüşü desteklemektedir. Nazzâm ve Hüseyin
b. Muhammed en-Neccâr bu görüştedir. Sûfîlerden Aynülkudât el-Hemedânî ile
tasavvuf felsefesini temsil eden Muhyiddin İbnü’l-Arabî de araz ve cevherlerle
birlikte evrendeki her şeyin her an yeniden yaratıldığını ve bütün varlıkların
arazlardan oluştuğunu kabul etmektedir.
B) Cevherlerin varlığı sürekli olup arazlar gibi her an yenilenmez.
Çünkü daha önce gözlemlenen yerküre ve üzerindeki dağlar, göklerdeki gezegenler
gibi cansız varlıklar bugün de aynı olup herhangi bir değişime uğramamıştır.
Canlı varlıklarda da aynı durum söz konusudur. Eğer yenilenme olsaydı geçmişte
görülen insanların günümüzde farklı kişiler haline gelmesi gerekirdi. Yine
cevherler her an yenilenseydi hiçbir canlının ölümünden ve hiçbir ölünün
diriltilmesinden söz edilemezdi. Mu‘tezile, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye
kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir. Ancak bu kelâmcılar, Allah’ın cevherleri
yok etmeyi dilediği zaman bunun nasıl gerçekleşeceği hususunda farklı görüşler
ileri sürmüştür. Mu‘tezile’den Kâ‘bî ile Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye’ye mensup bazı
kelâmcılara göre devamlılığı bekā arazı vasıtasıyla sağlanan cevherlerin yok
olması Allah’ın bekāyı yaratmaması sûretiyle mümkün olur. Sünnî kelâmcıların
ekseriyetine göre arazlardan ayrı olarak bulunamayan cevherlerin yok olması bekā
arazının yaratılmaması yoluyla değil cevherlerin taşıdığı oluş, renk vb.
Arazların yaratılmamasıyla gerçekleşir. Mu‘tezile’ye mensup kelâmcıların
çoğunluğuna göre ise cevherlerin yok olması Allah’ın onlarda yarattığı fenâ
arazıyla vuku bulur.
C) Cevherler de arazlar gibi her an yaratılır ve yok olur, ikinci anda
onlar da arazlarla birlikte tekrar yaratılır. Zira cevherlerin arazdan bağımsız
olarak varlığından söz edilemez. Bu durum mantık bakımından cevherlerin de her
an yeniden yaratılmasını zorunlu kılar. Yeni dönem kelâmcılarından M. Şemseddin
ile Ebû Rîde gibi âlimler bu görüşü kelâmcıların çoğunluğuna nisbet etmiş ve
kelâmdaki atomculuktan bundan başka bir sonucun çıkarılamayacağını söylemiştir. Fârâbî ve İbn Sînâ da zamanlı varlıkların değişime uğradığı
görüşünü benimsemiştir. Onlara göre ay üstü âleminde oluş ve bozuluş (kevn ve
fesad) yoktur, felekler kadîmdir ve hareketleri devamlıdır. Kadîm olan bu
varlıklardan kesintisiz hareketin çıkması mümkündür. Ay altı âleminde ise
varlıkların devamlılığı teceddüdle meydana gelir. Ancak bu âlemdeki teceddüd,
varlıkların her an yenilenerek yaratılması şeklinde değil mümkün varlıkların bir
sebep tarafından yaratılması tarzında gerçekleşir.[9]
Kuantum Fiziği ve Süreksizlik İlkesi
Bilimdeki temel dayanağın esası nedir? Fiziksel dünyanın esas yapısı fiziksel
olmayandır. Maddesel dünyanın esas yapısı, maddesel değildir. Evrenin asıl
maddesi, madde olmayandır. Madde olarak adlandırdığımız her şey, “molekül”lerden
oluşmuştur ve moleküller atomlardan oluşmuştur. Atomlar, muazzam boşluklarda
ışık hızıyla hareket eden atom altı parçacıklarıdır ve bu atom altı parçacıkları,
madde değildir. Bilime göre, bu atom altı parçacıklar nedir?
Onlar muazzam bir boşluktaki olasılık bulutlarıdırlar ve aslına bakılırsa
bilim adamlarının hemfikir oldukları bir terminoloji eğer varsa, o da fiziksel
dünyanın esas yapısının “süreksiz” olduğuna ilişkindir. Süreksizlik, bir
şeylerin var olup yok olması anlamındadır ve eğer basitleştirmek istersek;
varsayılan fotonlar, her an, bir var olup bir yok olan elektromanyetik alandır,
diyebiliriz. Bu nedenle, şeyleri duyu organlarının yapay dokusuyla değil eğer
gerçekten oldukları gibi görebilseydik, bir var bir yok olan muazzam bir
elektromanyetik fırtına görürdük. Fakat duyu organlarımız bilgiyi o hızda
işlemden geçiremediğinden bizler devamlılığı deneyimleriz.
Sinemaya gideriz, ekranda devamlılığı görürüz, gerçekte olan şey, hareketsiz
resimlerin çok hızlı bir şekilde sürekli görünüp kaybolmasıdır. Bir Noel
ağacının etrafında dönen bir Noel ışığı görürüz, aslında ağacın etrafında
seyahat eden bir ışık yoktur, orada ampuller yanıp sönerler ve bunu işlemden
geçirmeniz, yani kapalı ve açık arasını göremezsiniz ve “devam etmenin
hatırlanması uzar”. Böylelikle hareket eden ışık görürsünüz.
Televizyon
ekranında hareket eden bir resim gördüğünüzde, ekran boyunca seyahat eden bir
resim yoktur. Elektronlar ve fotonlar belirli bir düzende belirip kaybolarak bir
model oluştururlar, bu modelde gördüğümüz resim ve resmin hareketi bizim
bilincimizdedir. Yani bu dünyaya dair tüm deneyimlerimiz “süreksizliğe”
dayanmaktadır, buna rağmen biz sürekliliği algılarız.
Şu anda, ses çağrılarım var-yok, fotonlar var-yok şeklinde retinanıza çarpıp
dönüyor, tattığımız, kokladığımız, duyduğumuz kısaca algıladığımız her şey,
beyninize giden var-yok (açık-kapalı) sinyalidir. Dokunma bile “var-yok” esasına
dayanmaktadır, eğer elimi kravatınıza koyarsam ve hareket ettirmezsem, bir süre
sonra onun orada olduğunu bilemezsiniz. Eğer onu yeniden hareket ettirmeyi
denersem, “hey ne yapmaya çalışıyorsun” diyebilirsiniz. Yani süreklilik
deneyimimiz, süreksizliğe dayanmaktadır.
Eğer Blackberryimle resminizi çekersem
ve Çin’deki birine gönderirsem, resim buradan bir yere gitmez. Var-Yok
(açık-kapalı) sinyal gider, bu duvarlardan geçer, bedenimizden geçer ta ki
sinyal karşıdaki bilgisayara ulaşana dek, bu sinyal bilgisayar ekranına ulaşsa
bile, ekranda hala resim yoktur, ekranda sadece açık-kapalı sinyal vardır, bu
sinyaller gözlerimize ve ardından beynimize ulaşır. Resim bilincimizdedir.
Bugünkü asıl soru, var (açık) olanın ne olduğu değil; (yok) kapalı olanın ne
olduğudur. Çünkü her iki “var” arasında bir “yok” var. Peki, “Süreksizlikte” ne
vardır?!! [10]
Süreksizliğin ilk özelliği ile başlayalım; süreksizlikte enerji yoktur, bilgi
yoktur, uzay-zaman yoktur ve objeler yoktur. Öyleyse orada ne var? Bilim
insanlarının verebileceği en iyi yanıt, orada sınırsız olasılıkların olduğudur.
Orada olasılık dalgalarının süper pozisyonları vardır. Yani süreksizlik;
enerjinin, bilginin ve uzay-zamanın ve “madde” olarak adlandırdığımız şeyin
ölçülemez potansiyelidir. Orada madde yoktur. Madde bilincimizdedir. Bilinç
olmadan; radikal olarak belirsiz ve durmaksızın dalgalanan kuantum çorbası,
dururdu.
Süreksizliğin ikinci özelliği; onun sınırsız ilişkili olmasıdır. Yani
süreksizlik her şeyle ilişkilidir ve teknik ifade ile “dolaşıklı”dır. Her şey
her şeyle dolaşıktır ve o hep birden, aynı andadır. Bu nedenle, doğada şeyler
birer birer meydana gelmez, her şey hep birden bir anda meydana gelir.
Örneğin insan bedeni, biyolojik bir organizmadır, tüm biyolojik organizmalar
doğanın bir parçasıdır, doğanın kendisidir. Şimdi dünya gezegeni de biyolojik
bir organizma olarak düşünülmektedir. Her şey hep birden meydana gelir ve her
şey, her şeyle ilişkilidir. Örneğin insan bedeni, Samanyolu galaksisindeki tüm
yıldızlardan daha fazla sayıda trilyonlarca hücreye sahiptir. Her bir hücre, her
saniye yüz binlerce aktiviteyi yerine getirir ve her hücre diğer her hücrenin
aktivitesini bilir, takip eder ve bu aktiviteleri onunla ilişkilendirir.
Bir
insan bedeni aynı anda nasıl oluyor da bir yandan düşünürken, diğer yandan
çiftleşir, aynı anda vücudundaki mikropları öldürüp, toksinleri ortadan
kaldırırken spermleri aktive ederek yumurtayı dölleyebilir? Beden tüm bunları
yaparken, aynı anda gezegenlerin ve yıldızların hareketlerini takip eder, çünkü
biyolojik ritimler tüm evrenin senfonisidir. Bu sebeple, lokal olmayan
kolerasyonlar aslında teknik olarak her zaman her yerde var olan, Her şeye gücü
yeten için matematiksel terimdir. Her şey hep birden bir anda meydana gelir ve
her şey de her şeye hep birden bir anda ilişkilidir.
Süreksizliğin üçüncü özelliği, belirsizlikle beraber hızla çoğalmasıdır. Doğa
yasalarını en temel seviyede hesaplayamazsınız. İlk başta belirsizlikten
rahatsız olan Einstein, “Tanrının evrene zar attığını düşünmüyorum” derken, daha
sonraları “eğer doğanın kanunları gerçekse o zaman belirsizdir ve belirliyse de
gerçek değil, yani bir yerde doğa bunu mantıklı ya da matematiksel olarak
anlamanı engelliyor” demiştir.
Dördüncü özellik, atom altı parçacıkların bir yerden bir yere aradaki boşluğa
girmeden hareket ettikleri “kuantum sıçrama” diye adlandırılan özelliktir.
Kuantum sıçrama, eğer Star Trek filmini ya da televizyon dizisini izlediysen,
kaptanın “Işınla bizi Scotty1” dediği yerdir. Scotty, bir tuşa basar, kaptan
burada ortadan kaybolur ve aradaki boşluğa girmeden diğer uzay-zaman boyutunda
ortaya çıkar.
Beşinci özellik ise gözlemci etkisidir. Geçen yıl 97 yaşında ölen John
Willer’a göre o ve bazı bilim adamları yaklaşık 40-50 yıl önce bilinçli bir
varlık ona bakmadıkça, fiziksel evrenin var olmadığını söylediler. Eğer evrene
bakmazsan, o yalnızca bir titreşim olarak kalır ya da bazı ön sezileri güçlü
varlıklar, bilinçli birimler evrene bakmadığında.. [11]
Uzay-zaman Arasında Yaşanan Süreksizlik
1950’li yıllardan itibaren fizikçiler madde ile uzay-zaman arasında yaşanan
süreklilik-süreksizlik uyumsuzluğundan kaynaklanan problemlere son vermek için,
mikro seviyedeki madde ve kuvvetlerin işleyiş kurallarını tasvir eden Kuantum
Mekaniği ile uzay-zamanın işleyiş kurallarını tasvir eden Genel Göreliliği, “Her
Şeyin Kuramı” (Theory of Everything) adi verdikleri daha kapsamlı bir kuram
altında birleştirmeye çalışmaktadırlar.[12][13]
Uzay-zamanın parçacıklı olma hususunu biraz daha açarsak, sürekliliği esas
alan dalgaların evreni açıklamada temel olamayacağını postulat olarak kabul eden
Kuantum Kuramı, her alanı ya da dalgayı bir parçacıkla ilişkilendirme
eğilimindedir. Elektromanyetik dalgalar için foton parçacıkları vardır. Güçlü ve
zayıf çekirdek kuvvetleri de bozon’lar tarafından taşınır. Bu türden parçacıklar
madde parçacıkları arasında gidip gelerek kuvvetin aktarılmasını sağlarlar. Ses
dalgalarını bile parçacıklarla ilişkilendirerek (phonon) açıklanmaya çalışır.
[14] İşte bu bağlamda Kuantum Kuramı kütle çekimsel dalgaları da Planck
ölçeği’ndeki (uzay için 10-35 metre, zaman için 10-43 saniye)
parçacıklara indirgeyerek açıklamaya çalışır. [15] Buna göre nasıl ki
elektromanyetik, zayıf ve güçlü kuvvetleri taşıyan bozonlar vardır, kütleçekim
kuvvetiyle ilişkili de “graviton” adı verilen parçacıklar vardır. [16] Ancak
diğer kuvvetlerin uzay ve zaman arenası içinde davrandığı düşünülürken,
kütleçekimin bizzat kendisi Uzay-zamandır. Kütleçekimi kuantize etmek,
uzay-zamanı kuantize etmekle aynı değerdedir.[13]
Kuantum fiziğinde uzay-zamanın nasıl zerrecikli bir yapıya kavuşacağını bir
örnek üzerinden ortaya koymak istersek; pozisyonu 0 olan bir A noktası
belirleyip ondan bir metre uzaklıkta ve tam karşısında B noktası tespit etsek,
bu birimleri her defasında 10 kat daha küçüğe bölmeye devam ettiğimizde ve bunu
35 defa tekrarladığımızda biz 10-35 metreye ulaşırız ki bu, “Planck
Mesafesi” olarak ifade edilir. Işığın 10-35 metre kadarcık mesefeyi
kat ederken geçen süre ise Planck zamanını (10-43 saniye) oluşturur.
Ancak tam bu noktaya geldiğimiz zaman garip bir durum söz konusu olmaktadır.
Objeler sürekli bir şekilde değil de 1.6 x 10-35 metre aralıklardaki
10-43 saniye zaman birimi süren ayrık sıçramalarla (discrete jumps)
hareket etmeye başlarlar. [17][13]
Ancak bu sıçrama, günlük hayatta karşılaştığımız sıçramalara benzememektedir.
Çünkü bir objenin iki Planck Mesafesi arasındaki pozisyonda olması ya da oradan
geçmesi imkansızdır, çünkü Planck Mesafesi ile ayrılan komşu iki nokta arasında
uzay-zaman yoktur. Eğer uzay-zaman var olsaydı kütleçekime süreksiz yani
parçacıklı demenin anlamı olmaz, yoksa sürekli/bitişik olurdu. Dolayısıyla o
bölge “mutlak yokluk” alanıdır . Bu durumda parçacık, bir sonraki Planck
mesafesine Plank zamanı dilimlerinde öncekinde yok olarak, sonrakinde var olarak
yani sıçrayarak geçecektir.[13]
Son yüzyılda gelişen kuantum fiziği bilgi ve veri birikimimiz, mantık
sistemlerimizde de köklü değişiklikler yapmamız gerektiğini çoktandır ortaya
koyuyor zaten. Kuantum mekanikleriyle yüzümüze vurulan bu kırçıllı/ nöbetleşe
mantık yeniçağda yeni nesiller tarafından çok daha iyi içselleştirilebilir.
Einstein, kuantum kuramının temelindeki olasılıklı yapıyı, belirsizliği hiçbir
zaman kabullenmemişti. ‘Tanrı zar atmaz’ sözüyle bunu anlatmak istemiştir. Bazı
fizikçilere göre ise, “belirsizlik” sözcüğünün yarattığı yanlış izlenimlere
karşın, makro dünyada gördüğümüz düzen ve kesinliklerin arkasında kuantum
yasaları vardır. Böyle bakabildiğimizde “madde / enerji / bilgi / dalga (varlık
yapıtaşları her ne ise) bir var bir yok, hem var hem de yok olabilirler”. Bu da
ancak Planck zamanından ve Planck uzunluğundan daha küçük ölçeklerde olası
olabilir.[18]
Atoma hatta oradan protona ve kuark’a doğru bir yolculuk yapalım. Önce
elektronları inceleyelim. Orada bulmayı ümit ettiğimiz “katı birimler” ve
“tanecikler” yerine, kuantumla ifade edilen parçacıkların var-yok
dalgalanmalarını, enerji türü “ışımaları” ve “titreşimleri” buluruz. Adeta fizik
ötesi bir dünya ile karşılaşırız orada. Böylece, maddenin bile “madde”
olmadığını atomların içine yapacağımız bir seyahatle anlayabiliriz.
Atom altı tanecik dediğimiz şeyler, hem var, hem yok bir görüntü
oluşturabiliyorsa ve hatta bir tanecik hem bir yerde; hem bir bölge içinde ve
her yerde olabiliyorsa, bu bildiğimiz klasik fizik yasalarının, determinizm
ilkelerinin atom altı dünyada geçerliliğini kaybetmesi demektir.
Bir tanecik hem bir yerde hem başka yerlerde nasıl olabilir? Atomun dünyası
Kuantum teorisi ile açıklanmaktadır. Kuantum aslında başka bir uzay ve dünyanın
keşfedilmiş olmasıdır.[19]
Örneğin bir lambanın yanışına dikkat edilse durum tam da bahsettiğimiz
gibidir. Işık saçan bir ampule dikkat ediniz, sürekli yandığını görürsünüz.
Ancak az biraz elektrik bilimi tahsil etmiş birisi bilir ki, o lamba devamlı
yanmıyor. Alternatif akım denilen şey sönüp yanma olayıdır. Lambaya gelen akım
+1 ve -1 aralığında sürekli olarak sıfıra iner ve çıkar. Bu ise lambanın sürekli
olarak yanıp söndüğünü gösterir. Buna sinüzoidal dalga adı verilir. Tıpkı
kuantum paketçiği gibi elektrik de sanki bir var ve bir yok olarak garip bir
hareket yapar.
Sadece elektrik değil insan kalbi de aynı hareketi yapar. Şöyle bir dinleyin
kalbinizi, nasıl atıyor? Tik tak, tik tak… Yani bir duruyor, bir çalışıyor.
Sürekli bir çalışma yok. Kesikli bir çalışma var. Yani kalp duruyor, sonra
çalışıyor. İşte durduğu anda belki de kısa süreli bir ölümle yüzleşiyor, sonra
tekrar hayata geliyor.[20]
Günümüzde mikro seviyedeki süreksizliğe (bölünmenin bir noktada durması)
rağmen uzay ve zaman konusunda süreklilik (bölünmenin sonsuza kadar sürmesi)
devam etmektedir. Bunun temel nedeni, evrensel kütleçekimin (gravity) işleyiş
kurallarını belirleyen “Genel Görelilik Kuramı”nın uzay ve zamanı, “uzay-zaman
süreklisi” (space-time continuum) olarak isimlendirilen bir süreklilikle
doğrusal olmayan bir şekilde birbirine bağlamasıdır.[21][22]
Mikro seviyedeki madde ve kuvvetlerin süreksiz kabul edilirken uzay-zamanın
sürekli olarak görülmesi Aristoteles’in da belirttiği gibi çelişkili bir
durumdur; çünkü bu üç kavram aynı fiziksel gerçekliğin parçasıdırlar.
Dolayısıyla biri sürekliyse diğerlerinin de sürekli olması ya da tam tersi biri
süreksizse diğerlerinin de aynı şekilde süreksiz olması gerekir.
Geçmişte Aristoteles, uzay ve zamanın sürekli yapıda olduğunu belirtmiş bu
bağlamda da cisimlerin de sonsuza kadar bölünebilir olması gerektiğini iddia
etmişti. Kelamcılarsa maddenin süreksiz ve ayrık cüzlerden oluştuğunu
savunmuşlar; bu bağlamda uzay ve zamanın da parçacıklı yapıda olması gerektiğini
söylemişlerdi. Dolayısıyla hem Aristoteles hem de kelâmcılar – her ne kadar
süreklilik, süreksizlik konusunda birbirlerinden ayrılsalar da uzay, zaman,
hareket de dahil olmak üzere bir bütün olarak evrenin uyumlu bir yapıda olması
gerektiğini iddia etmede ortaktılar.
Peki, günümüz bilimsel kozmolojisinin verilerinden yola çıkarak
değerlendirecek olursak kim haklı? “Uzay, zaman sonsuza kadar bölünebilir” diyen
Aristoteles mi; yoksa uzay, zaman, madde yani bir bütün olarak evrenin sonlu
birimlerden oluşması gerektiğini savunan kelâmcılar mı? [22]
Kuşkusuz günümüz kozmolojisi henüz bu soruya nihai bir cevap verebilmiş
değildir. Bununla birlikte geçtiğimiz yüzyılda Einstein, uzay ve zamanı bir
süreklilikle (space-time continuum) birbirine bağlamayı başardı; ancak Kuantum
Mekaniğinde de gördüğümüz gibi süreksizlik arz eden mikro seviyedeki madde ve
kuvvetler bu kompozisyonun dışında kaldı. Kuantum Mekaniği ile Genel Rölativite
arasında yaşanan bu süreklilik-süreksizlik çatışması günümüz bilimsel
kozmolojisinin karşı karşıya kaldığı en önemli ikilemdir.[23] Çünkü bu durum,
bütüncül bir evren resminin ortaya konulması yolunda tökezletici bir engel
oluşturmaktadır. Örneğin Genel Göreliliğin sürekliliği yani uzay-zaman sonsuza
kadar bölünebileceğini öngörmesi, evrende “tekillik” adı verilen ve izahı mümkün
olmayan sonsuz durumların yaşanmasına neden olmaktadır ki; bu durum örneğin
Büyük Patlama anı ve Kara Delik gibi hadislerde çıkmazlara düşülmesine yol
açmaktadır.[24][22]
İşte 1950’li yıllardan itibaren fizikçiler madde ile uzay-zaman arasında
yaşanan süreklilik-süreksizlik uyumsuzluğundan kaynaklanan problemlere son
vermek için, mikro seviyedeki madde ve kuvvetlerin işleyiş kurallarını tasvir
eden Kuantum Mekaniği ile uzay-zamanın işleyiş kurallarını tasvir eden Genel
Göreliliği, “Her Şeyin Kuramı” (Theory of Everything) adı verdikleri daha
kapsamlı bir kuram altında birleştirmeye çalışmaktadırlar. Sicim Kuramı
(şimdilerde M-Kuramı) ve Döngüsel Kuantum Kütleçekimi, bu kuramlardan en önemli
iki tanesidir. Her iki kuramın ortak özelliği ise tıpkı geçmişte kelâmcıların
iddia ettikleri gibi uzay-zamanın da kuantize edilmesi, yani daha küçüğe
bölünemeyen temel birimlerden oluşması gerektiğini savunmalarıdır.[25][22]
Peki, uzay-zaman da kuantize edilirse, bir başka deyişle “süreksiz, ayrık,
kesintili” yapıda olduğu anlaşılırsa ne olur?
Şayet uzay-zamanın ,“ayrık zaman”, ”ayrık uzay” gibi küçük yapı taşlarından (graviton)
oluştuğu fikri benimsenirse evren, uzay, zaman anlayışımızın tümden değişmesi
gerekir ve muhtemelen bunun kelâmcıların geçmişte savundukları “sürekli yeniden
yaratma”, “vesilecilik” gibi teolojik yaklaşımlarının yeniden gündeme gelmesini
sağlayacak önemli felsefî ve teolojik yansımaları olacaktır.
Şöyle ki; uzayın küçük parçalardan oluşması, her şeyden önce parçalar
arasında boşlukların, daha doğrusu yokluğun (uzayın yokluğu) olduğu anlamına
gelecektir. Aynı şekilde zamanın tanecikli yapıda olması, yani çok küçük
(örneğin Planck zamanı kadar) zaman dilimlerinden (yapı taşlarından) oluşması,
peş peşe anlık “zaman-zamansızlık” ya da “zaman var-yok” süreçlerinin
(kesikliklerin) yaşandığı şeklinde yorumlanacaktır. Zaman, küçük dilimlerden
oluşan bir şerit ise, bir dilimden diğerine geçildiğinde arada zamansızlığın
olması gerekecektir, çünkü zamanda dilimler (anlar) arasında boşluklar yoksa ve
zaman bir bütünse, ona kesintili demenin anlamı yoktur. Uzay, zaman ve madde
birbirinden bağımsız olamayacağından, zamanı oluşturan her dilim arasında, yani
zamansızlık anında evrenin, yanıp sönen bir lambanın ışığı gibi “bir var, bir
yok olması” gerekir.
Bu durum ise kaçınılmaz olarak şu soruları beraberinde getirecektir:
Yok oluş anında evrenin bir önceki anının tüm bilgileri bir sonraki ana
nasıl taşınmaktadır?
Evrende zamanın kesikliğinden dolayı “bir var - bir yok” süreci
yaşanıyorsa, evren her şeyiyle yok olduğu bir durumda, onun tekrar var
olmasını sağlayan şey nedir?
Her iki soruya da yine evrenin kendi içindeki bir şeyle cevap verilemez,
çünkü o anda bir bütün olarak evren zaten yok olmuş haldedir!
Yok olan bir şey de kendi kendisini yokluktan varlığa çıkaramayacağına
göre; o halde yok olduğu anda evrenin tüm bilgisini sistematik bir şekilde
sonraki aşamaya aktararak bir bütün olarak tekrar varlık alanına çıkaracak
bir varlığa ihtiyaç vardır.
İşte evrenin dışındaki o varlık, Tanrı’dır.[22]
Kaynaklar
[1] Alper Asım, “Kayseri’yi Fotoğraflayanlar: Ali Rıza Baykan”, Şehir Kültür
Sanat, Kayseri Büyükşehir Belediyesi, ISSN: 2548-0081, Aralık 2018, Sayı: 24,
s.65.
[2] Kevser Yeşiltaş, “İbn-i Arabi: Arif İçin Din Yoktur”, Güzeldünya Kitapları,
2018.
[3] Feyza Özçelik, “İbn Arabî’de Yorum-Güç İlişkisi” (yüksek lisans tezi), T.C.
Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Enstitüsü, Sakarya 2019, s.22-23.
[4] https://www.haber365.com.tr/ayni-nehirde-iki-kez-yikanilmaz-ne-demek-h244599
[5] Nazan İnan, “Evrenin Kesintililiği ve Her An Yeniden Yaratılış”, 26 Mart
2011, www.nazan-inan.com/all/category/all/3
[6] Dr. Faiz Kalın, “Kurân ve Evrende Rölativite”, EKEV Akademik Dergisi, Cilt:
3, Sayı: 2, Güz 2001, s.141.
[7] Dr. İsa Kanik, “Kurân’ın Edebî Anlatım Üslubundaki Çeşitlilik”, s.72.
[8] Feyza Özçelik, a.g.e., s.24.
[9] Prof. Dr. Cağfer Karadaş, “Teceddüd-ı Emsâl” maddesi, Diyanet İslam
Ansiklopedisi, İstanbul 2011, Cilt: 49, s.238-240.
[10] Hakan Yılmaz Çebi ve Ali Selman Demirbağ, “Beynimdeki Yabancı”, Anatolia
Kitap, İstanbul 2012, ISBN: 978-605-4447-40-4, s.263-264.
[11] Hakan Yılmaz Çebi ve Ali Selman Demirbağ, a.g.e., s.265-266.
[12] Chris Isham, “Quantum Gravity”, The New Plıysics (ed. Paul Davies), United
Kingdam 2000, s. 82,83; Brian Greene, The Hidden Realitı;: Parnllel Universes
and the Deep Lnws ofthe Cosmos, New York 2011, s. 87; Ian Marshall- Danalı Zohar,
Who’s Afraid of Schrödiııger’s Cat, USA: Quill Edition 1998, s. 290-292.
[13] “Kelam İlmi ve İslam Hukukunda İçerik Sorunları”, Tartışmalı İlmi İhtisas
Toplantısı, 20-21 Mayıs 2017, Üsküdar Belediyesi, Sabahattin Zaim Eğitim ve
Kültür Merkezi, İstanbul 2017, s.139-141.
[14] Prof. Brian Kidd Ridley, “Time, Space and Things”, (Third Edition), Cambridge
University Press, 2009, s. 25.
[15] E. J. Zimmerman, “Time and Quantum Theory”, Tlıe Voices of Time (ed. J.T.
Fraser), s. 495; George Gamow, “Gravity”, USA: Dover Publication 2002, s. 142,
143; ayrıca bknz. John Gribbin, “Iıı Seach of The Multiverse”, s.118.
[16] Prof. Lee Smolin, “Three Roads To Quaııtımı Gravitı”, New York: Basic Books,
2001, s. 150; Leon M. Lederman, David N . Schramm, “From Quarks to Tfıe Cosmos,
Tools of Discovery”, USA: Scientific American Library, 1989, s. 185.
[17] Jim Elvidge, “Universe Solved!”, Altemative Theories Press 2007, s. 32.
[18] Prof. Dr. Koray Karabekiroğlu, “Anneni Mi Daha Çok Seviyorsun Babanı Mı?”,
21 Ocak 2021, https://www.akademikakil.com/anneni-mi-daha-cok-seviyorsun-babani-mi/koraykarabekiroglu/
[19] Prof. Dr. Âdem Tatlı ve Dr. İdris Görmez, “Bilimlerin Dilinden Yaratılış”,
Antalya 2019, s.83.
[20] Halil Akgünler, “Kuantum Ölüm ve Kuantum Kıyamet”, 9 Şubat 2020, https://www.saidnursi.de/kuantum-olum-ve-kuantum-kiyamet/
[21] Prof. Brian Greene, “The Elegant Universe”, USA 2003, s. 231
[22] Dr. Mehmet Bulğen, “Atomdan Kuantuma: Fizikteki Gelişmelerin Kelâma
Etkisi”, Kelam Araştırmaları 11:1, 2013, s.248-251.
[23] Prof. Shmuel Sambursky, “Physical Thought from the Presocratics to The Quantum
Physicists”, Great Britain 1974, s. 28-29
[24] Prof. Brian Greene, a.g.e., s.129.
[25] Prof. Dr. George B. Johnson, “How Is the Universe Built? Grain by Grain”, The New York
Times (7.12.1999) https://faculty.washington.edu/smcohen/320/GrainySpace.html.
Bu sayfa hakkındaki yorumlar:
Yorumu gönderen: İbrahim, 11.05.2022, 23:44 (UTC): Çoçukluğumdan beri okurum,yazıların sona ermesi bana bir devrin kapanması gibi hissettirdi. |
Yorumu gönderen: İsimsizKahraman, 08.02.2022, 23:05 (UTC): Ellerine sağlık hocam Yine güzel bir yazı |
|
Bu sayfa hakkında yorum ekle: