
Korku ve Adrenalin
Hazırlayan: Akhenaton
Korku Nedir?
Korku, insanın en temel duygularından biridir. Yaşamımızın her gününde bir
şekilde korkuyla yüz yüze gelebilmekteyiz. Örümcekten, fareden, karanlıkta
uyumaktan, asansöre ya da uçağa binmekten, hastalıktan ve birçok şeyden
korkmaktayız. Korku, yaşama ilişkin koruyucu ve savunucu nitelik taşıyan aynı
zamanda da dayanıksızlığın simgesi olan bir histir. Temel bir tanım yapmak
gerekirse korku, gerçek ya da hayali bir tehlike, bir tehdit karşısında duyulan
büyük tedirginlik duygusu, bazı koşullar altında duyulan bir tür heyecandır. [1]
Korku; gerçek bir tehlikenin ya da bir tehlike düşüncesinin uyandırdığı
endişe duygusudur. [2] Korkular ve kaygılar, günlük hayatta sık sık
gösterdiğimiz duygulardır. Psikologlar, “korku mu kaygıya sebep olur yoksa kaygı
mı korkulara sebep olur?” hususunu tartışmışlar ancak ikisinin de birbirleriyle
yakın ilişkili olduğunu ifade etmişlerdir. [3]
Her insan, bir şekilde “korku” veya bu korkulardan kaynaklanan “kaygı”
duygusunu yaşayabilir. Bu, normaldir. Ancak normal olmayan şey hastalıklara
sebebiyet verecek seviyede korku ve kaygıların yaşanmasıdır. Çünkü bu seviyedeki
korku ve kaygıların arka planında geçmiş yaşantılar, olumsuz tecrübeler,
karamsar beklentiler, olumsuz bakış açısıyla üretilmiş kötü senaryolar
olabilir.
Korku hem kendimize hem çevremize güven duymamızı engeller,
kısıtlayıcıdır ve savunma mekanizmalarımızın hatalı çalışmasına hatta hiç
kullanılmamasına sebebiyet verebilir. Kendimizi sürekli baskı altında tutup
devamlı korktuğumuz için yoğun kaygı yaşayıp neden böyleyim diye kendimizi
suçlamamıza da sebebiyet verebilir. [4][5]
Bu suçluluk duygusu da fertlerin ‘kişisel gelişimini engeller.’ [4] Kişisel
gelişimi tamamlanamamış insanlar da içinde yaşadıkları topluma fayda yerine
zarar verirler. Çünkü bu duygular genelde ‘kişilerarası ya da toplumsal
uyumsuzluğu ortaya çıkarır.’ [6]
Korku duygusu insan yaşantısında hem kaçılan negatif bir olgu, hem de
salgıladığı adrenalin nedeniyle vazgeçilemeyen bir duygudur. Herhangi bir korku
unsuru karşısında bedende salgılanan adrenalin ve farklı kimyasal maddeler
kişide heyecana yol açabilir. Heyecanlanan kişi istem dışı bazı fizyolojik
tepkilerde bulunur ve heyecanı artar. Bu olaya farklı kişilerde, farklı
ölçülerle sürüp gider. [7]
Peygamber Efendimiz (sav) de
“Allah’ım tembellikten, (aşırı) ihtiyarlıktan,
korkaklıktan, cimrilikten Deccâl’in fitnesinden ve kabir azabından sana
sığınırım.” [8]
şeklinde dua ederek ‘korku’dan Allah’a sığınmıştır. Çünkü bu tür
bir korku,
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـًٔا كَب۪يرًا
“Fakirliğe düşme endişesi ile evlatlarınızı öldürmeyiniz! Onların da
sizin de rızkınızı veren Biz’iz. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.”
[9]
âyetinde ifade edildiği gibi, hem kalbi öldüren manevî mikroplar
mesabesindeki günahlara sebep olmakta hem de işlenen günahlar sebebiyle meydana
gelmekte [10] ve birçok maddî [11] ve manevî hastalıklara sebebiyet vermektedir.
[5]
Korku, beyinde işlenmektedir. Normalde korku denilen şey bilinçlidir. Bilinç,
korkulacak şey meydana geldiğinde beyinde bulunan amigdala denilen bölümü
uyarır. Amigdala, bu sayede korku denilen duyguyu meydana getirecek kimyasallar
salgılar. Eğer amigdalaya uyarıyı bilinçaltı gönderirse o zaman bunun adı fobi
olur. Yani bu korku artık otomatik bir hal alır. [27]
Araştırmacılar, korkunun oluşumu ve sürdürülmesini aşağıda görüldüğü gibi
sembolize etmişlerdir:
Korkunun oluşumunda, bireyin çevresinde
korku nesnesi/durumu vardır. |
↓ |
Birey korku nesnesinin/durumunun farkına
varır |
↓ |
Korku nesnesinin/durumunun tehdit
oluşturmasını değerlendirir |
↓ |
Korku nesnesine/durumuna bilişsel
duygusal ve fizyolojik tepki verilir |
↓ |
Savaş ya da kaç tepkisi oluşur |
↓ |
Korku nesnesinin/durumunun oluşturduğu
tehdit, başa çıkma stratejilerine göre tekrar değerlendirilir |
↙ |
↘ |
Basa çıkılabilen korku, kendine güveni ve uyuma
yönelik davranışı arttırır. |
Başarısız başa çıkma, korkunun artmasına ve uyuma
yönelik olmayan davranışa neden olur.[12] |
Tarihsel Süreç
Korkunun insan yaşamındaki yeri tarihsel süreçte önemli oranda
değişmiştir. Erken dönemlerde hayvanlarla aynı ortamı paylaşıyor, onlarla aynı
ırmaktan su içiyor, bazen onları avlıyor bazen de onlara yem oluyorduk. Bu
dönemde hayatımızı tehdit eden saldırılar ve bunun doğurduğu korku ve endişe,
o tehdit var olduğu sürece devam ediyordu.
Korku peşimizden koşan bir
kaplanı gördüğümüz anda başlıyor ve güvenli bir ortama ulaşıncaya kadar, örneğin
kaplanın ulaşamayacağı bir ağacın tepesine tırmanıncaya kadar devam
ediyordu; ağacın altında bekleyen kaplanın bir süre bekleyip ona yem
olmayacağımızı anlayıp gitmesiyle de ortadan kalkıyordu.
Aradan zaman
geçtikçe ve beynimiz geliştikçe diğer hayvanlara yem olmamak için stratejiler
geliştirmeye başladık. Ateşi keşfettik, barınaklar yaparak kendimizi
onlardan fiziksel olarak ayırdık, güvenli ortamlarda yaşamaya başladık. Fakat
bu gelişim devam ettikçe ve sayımız arttıkça kendimizi bu sefer ilkel
dönemlerde hayatımızın bir parçası olmayan korku ve endişe kaynaklarının
ortasında bulduk, daha doğrusu bunları kendimiz yarattık.
Bunun sonucu
olarak hayatımızı tehdit eden gerçek ve doğrudan tehlikelerin (doğal
felaketler, kazalar vb.) yanı sıra korku ve endişe kaynağı olan yeni
şeyler hayatımızın bir parçası oldu. Bunun ana nedeni de elbette insan beyninin
hafıza, hayal kurma veya beklenti gibi hayvanlarda olmayan üst düzey
işlevlerinin olması.
Fakat sonuçta ilkel dönemlerde tehlikenin varlığı süresince
devam eden ve tehlike ortadan kalktığında kaybolan korku ve endişe, uzun süreli
korkuya ve endişeye dönüşmeye başladı. Ev yaparak kendimizi vahşi hayvanların
pençesinden kurtardık, ama bu sefer de o evin borcunu ödeyip ödeyemeyeceğimiz,
evi borçlu olduğumuz bankaya veya kişilere kaptırıp kaptırmayacağımız
endişesini yaşamaya başladık. Teknolojik ilerlemelerle hayatımızı
kolaylaştırdık, ama aynı teknolojik gelişmenin sonucu ürettiğimiz kitle imha
silahlarının terör örgütlerince bize karşı kullanılması korkusunu günlük
hayatımızda hissetmeye başladık.
İhtiyacımız olan ve sahip olmak istediğimiz
mallara ve hizmetlere ulaşmak için parayı icat ettik; para biriktirip hayatımızı
garanti altına almaya çalıştık, ama uzun yılların birikiminin bir ekonomik
kriz sonucu kısa bir sürede buharlaştığını görünce gelecek endişesi de
hayatımızın bir parçası oluverdi. [13]

Savaş ya da Kaç Tepkisi
Korku, bir tetikleyici ile başlar. Korkutucu bir şey olduğunda beynimize
tehlikede olduğumuzu belirten uyarıcı sinyaller gönderilir. Korkutucu sinyal,
hızla beynimizin merkezindeki talamus’a ulaşır ve beynin tabanındaki amigdala’ya
iner. Glutamat adı verilen bir nörotransmitter, bu sinyali daha sonra beynin
daha da derinlerine taşır. Bu, — adına “savaş ya da kaç” (İngilizce: fight or flight) tepkisi diyebileceğimiz
— donmamıza ya da istemsiz olarak yerimizden fırlamamıza neden olur.
“Savaş ya da kaç!” tepkileri, otomatik ve istemsizdir, çünkü derin beyin
üzerinde çok az kontrolümüz vardır. Bunun nedeni, savaş ya da kaç tepkisinin tüm
vücudu etkileyen güçlü hormonları serbest bırakmasıdır. [14]
Savaş ya da kaç tepkisi, tahmin edilebileceği gibi beyinde başlar. Duyulardan
gelen bilgiler beyne ulaşır ve beyin için merkezi bir kavşak olan talamus’a girerler. Eğer beyin bir şehir olsaydı, talamus yerlerine gönderilmeden önce her şeyin geçeceği merkez tren istasyonu olurdu. Talamus hem beynin korteksteki gelişmiş bilinçli kısımlarıyla hem de orta beyin ve beyin kökündeki daha ilkel “sürüngen” kısımlarıyla bağlantı halindedir. Önemli bir yer burası.
Bazen talamusa ulaşan duyusal bilgi endişelendirici olur. Yabancıdır ya da
tanıdıktır ama içinde bulunduğu bağlamda endişe yaratır. Ormanda kaybolmuşsanız
ve bir uluma duyarsanız, bu yabancıdır. Evde yalnızsanız ve üst katta ayak
sesleri duyarsanız, bu tanıdıktır ama kötü bir durumdur. Her durumda bunu
bildiren duyusal bilgi “bu iyi değil” şeklinde etiketlenir.
Daha fazla işlendiği
kortekste, beynin daha analitik kısmı bilgiye bakar ve, “Bu konuda endişe etmem
gerekli mi?” diye merak ederken benzer herhangi bir şeyin daha önce gerçekleşip
gerçekleşmediğini bulmak için belleği kontrol eder. Deneyimlediğimiz şeyin
güvenli olduğu kararına varmak için yeterli bilgi yoksa, savaş ya da kaç
tepkisini tetikleyebilir.
Ancak korteksin yanı sıra duyusal bilgi, beynin güçlü duygusal işlemlerden,
özellikle de korkudan sorumlu parçası olan amigdalaya da aktarılır. Amigdala
ince eleyip sık dokumaz, bir şeylerin eksik olabileceğini hisseder ve doğrudan
kırmızı alarm verir, bu alarm korteksteki karmaşık analizin olabileceğinden çok
daha hızlı bir tepkidir. Bu yüzdendir ki, bir balonun beklenmedik şekilde
patlaması gibi ürkütücü bir duyum, siz onun zararsız olduğunu kavrayamadan,
anında korku tepkisi üretir. [15]
Sempatik sinir sistemi (SSS), tehlike karşısında güvenliğimizi sağlamak üzere
vücudumuzu derhal harekete geçiren mükemmel bir yapılanışa sahiptir. Sempatik
sinir sisteminin harekete geçmesiyle birlikte adrenal bezler tarafından salınan
adrenalin (epinefrin) nefes alıp vermemizi, kalp hızımızı ve kan basıncımızı
yükselterek beynimize ve kaslarımıza oksijen bakımından daha zengin kan
gitmesini sağlar ve bu da bizi kaçmaya ya da savaşmaya hazır hale getirir. Zira,
adrenalin kan şekerinin (glukoz) yükselmesini ve yağ asitlerinin hızla çözülerek
kana geçmesini sağladığından, kaçabilecek ya da savaşabilecek kadar yüksek
enerjiye ulaşmamızı sağlar.
Tüm bunların yanı sıra duyularımızın hassasiyeti artar, hafızamız keskinleşir
ve acıya daha dayanıklı hale geliriz. Acil durum karşısında büyüme, üreme,
bağışıklık sistemi gibi sistemlerin işlemesini sağlayan hormonların çalışması
durdurulur. Derideki kan akışı yavaşlar. Bu nedenle kronik stres altındaki
kişilerde cinsel bozukluklar görülmesi, hastalıklara çabuk yakalanmaları, sık
sık cilt rahatsızlıklarından şikayet etmeleri olağandır. Metabolizmanın geçici
de olsa aşırı yüklenmesi demek aslında yaşam kalım savaşı vermesi demektir.
Algılanan tehlike bertaraf edildiğinde vücut normale dönmeye çalışır. Ancak,
bu kolay değildir ve hatta yaşla birlikte çok güçleşir. Sempatik sinir sistemi
devreye hızla girmeye devam eder ve organizmayı kaçmaya ya da savaşmaya hazır
bekletir. Ancak, Parasempatik sinir sistemi’nin sistemi sakinleştirme çabası gün
geçtikçe yavaşlar. [16]
Korktuğumuzda, vücudumuz adrenalin hormonuyla dolar. Bu da kalp atış hızımızı
ve kan basıncımızı hızla artırır. Hormonal dalgalanma, ayrıca kalbinizin kanı
kaslara daha güçlü pompalamasına neden olur. Bu nedenle, korktuğunuzda kendimizi
biraz titrek ya da dengesiz hissedebiliriz. California Bilim Enstitüsüne göre
ekstra kan, vücudumuzu tehlikeden kaçmaya ya da gerekirse ayakta durmaya ve
savaşmaya hazır hale getirmektedir.
Ancak vücudumuz korku tepkisini oldukça hızlı bir şekilde tersine
çevirebilir. Hayatı tehdit eden bir durumda olmadığımız ortaya çıkarsa,
Parasempatik Sinir Sistemi (PSS), öncelikle adrenalin akışını durdurarak ve kalp
atış hızımızı normale döndürerek savaş ya da kaç içgüdüsüne karşı koymaya
başlar. Bu yüzden ne zaman bir korku filmi izlerken yerimizden zıplasak da
salondan çığlık atarak kaçmayız; İlk tepkiden sonra, Parasempatik Sinir
Sistemi’miz tehdidin gerçek olmadığını anlamamıza yardımcı olur ve bizi
sakinleştirir.
Parasempatik Sinir Sistemi’nin var olmasının bir nedeni, adrenalinin büyük
miktarlarda toksik olabilmesidir. Doktor Rober Glatter’e göre kalbe çok fazla
adrenalin pompalandığında, bu kalbin iflas etmesine ve ölüme yol açabilir.
Doktor Glatter’e gçre savaş ya da kaç tepkisinin gerçekleşmesini manüel
olarak durduramazsınız. Ancak meditasyon yapmak gibi şeyler, bir dahaki sefere
terör ya da diğer güçlü duygularla boğuştuğunuzda daha sakin kalmanıza yardımcı
olabilir. [14]
Bir rüyanın savaş ya da kaç tepkisini tetiklemesi de mümkündür. [17]
Adrenalin ve Noradrenalin
Korku, tehlikenin algılanışından itibaren vücuda salgıladığı adrenalin ve
hayatta kalma dürtüsüyle getirdiği keskin dikkat sebebiyle cezbedici bir yöne de
sahiptir. Günümüz şartlarında deneyim bağlamında her imkânı elinde bulunduran
insan için korkuyu deneyimlemek de ihtiyaç hâlini almaktadır. Korku sineması
dışında korku evlerinin yaygınlaşması buna örnek olarak gösterilebilir ki, korku
evleri başka bir çalışmanın konusu olabilir. Korkunun, cezbediciliği kadar itici
bir yönü de bulunmaktadır. Tam da bu noktada korkuyu deneyimleme aracı olarak
ortaya sinema çıkmaktadır. Seyirci bilet karşılığında güvenli bir ortamda
istediği korku ile yüzleşerek bu duygusunu tatmin edecek ve skopofilik hazzı
yaşayacaktır. [18]
Araştırmacıların elde ettikleri bulgulara göre: İkindi namazının vakti
esnasında, vücutta endişe ve gerginliği artıran adrenalin (katekol)
hormonların salgısı artar. İkindi namazını kılan kimse ise, salgılanan bu
adrenalinden en az zararla kurtulmaktadır. [19]
Stresin olmaması, sinir sisteminin ölümü demektir. Buna karşı aşırı uyarı
olursa, uyum kapasitesi asıldığında stres hastalıkları hatta ölümü ortaya
çıkabilir… Organizmamız, stres karşısında karmaşık tepkiler geliştirir. Solunum
ritmi artar, daha çok oksijen sağlanır, kalp ritmi artar, metabolizma
kamçılanır. Beyin ritmi hızlanır, uyanıklık artar. Oksijen ve şekerin artışı ile
kaslar uyarılır. Bağışıklık sistemi uyarılır, savunma hücreleri ortaya çıkar…
Adrenalin ve Noradrenalin, acil enerji ihtiyacında devreye girer. Adrenalin
sıkıntı, korku, depresyonda, Noradrenalin kızgınlık, öfke, saldırganlık
durumlarında daha çok yükselir. [20][21]
Psikiyatristler ruh hastalıklarını, beyindeki seratonin, dopamin ve
noradrenalin gibi kimyasal maddelerin dengelerinin bozulması sonucu ortaya çıkan
organik hastalıklar olarak görürler. [22]
Bir Adrenalin Patlamasının Belirtileri
- Hızlı kalp atış hızı
- Terlemek
- Gelişmiş duyular
- Hızlı nefes alma
- Ağrı hissetme yeteneğinin azalması
- Güç ve performans artışı
- Gözbebeklerinin büyümesi
- Gerginlik ve asabiyet [23]
- Ciltte kızarıklık
- Tünel görüşü [24]
Renkler ve Adrenalin
İnsanın ruhsal durumu ve renklerle arasındaki ilişkide renklerin beyinde bazı
merkezleri uyardığı ve bunun sonucunda bazı salgıların fazla salgılandığı ortaya
koyulmaktadır. Örneğin, kırmızı rengin adrenalin salgısını harekete geçirdiği ve
hareketi, saldırganlığı, heyecanı ve cinsel duyguları artırdığı
belirtilmektedir. [25]
Köpekler Salgıladığımız Adrenalinin Kokusunu Alabilir Mi?
Bir köpeğin en güçlü duyusu koku alma duyusudur. Yeni yerler ve yeni
insanlarla tanışmak için koku alma duyularını kullanırlar. Köpekler, bu şekilde
birçok şeyi algılayabilir. Güçlü koku alma duyuları ile tehditkar insanları ya
da durumları önceden tahmin edebilirler.
İnsanlar gergin, kızgın ya da korkmuş olduklarında adrenalin salgılarlar.
Adrenalindeki bu artış, az da olsa ter üretimine neden olur. Köpekler bunu
çabucak anlayabilir. Köpekler, sahiplerine en iyi şekilde hizmet edebilmek için,
insanların algılayamadığı belirli ve ince kokuları koklayabilirler.
Bir köpeğin biri korktuğunda hissedebileceği birkaç belirti işareti vardır.
Bu tepkiler, köpeğin kişiliğine ve cinsine bağlıdır. Bazı köpekler, birinin
korktuğunu hissettiklerinde savunmaya geçerler. Sahiplerinin yanında dururlar,
havlamaya başlarlar ve tabii ki daha fazla koklamaya başlarlar. Bir köpek,
tehdit edici bir durumda olmadığından emin olana kadar tetikte olacaktır.
Köpekler, adrenalinin kokusunu aldığında onlarda fark edebileceğiniz bazı
belirtiler şunlardır:
- Alarma geçmek.
- Havlamak.
- Kulaklarının düşmesi.
- Koklamak. [26]
Korkunun Nedenleri
19. yüzyıldan bu yana çok sayıda araştırmacı, korkunun nedenleri ile
ilgilenmişlerdir. Davranışsal bakış açısından, erken dönemdeki kuramsal
açıklamalarda, korkunun oluşumunda, doğrudan koşullanmanın önemi vurgulanmıştır.
Daha sonraları ise, korkuların dolaylı biçimde de ortaya çıkabileceği ileri
sürülmüştür.
Poulton ve Menzies’e göre, korkunun nedenlerini araştıran iki temel okuldan,
birincisi; korkuların, ilişkili koşullanmanın sonucu olduğunu öne sürerken,
diğeri ise; korkuların oluşumunda daha biyolojik temelli açıklamaları kabul
etmektedir. Izard, korkunun sebeplerini ya da harekete geçiricilerini dört
sınıfa ayırmaktadır:
- Çevresel olaylar ya da süreçler.
- Dürtüler.
- Duygular (heyecan, ilgi ya da korkunun kendisi).
- Bilişsel süreçler (bellek gibi).
Daha yakın dönemde, korkunun sebeplerine ilişkin ileri sürülen etkenler ise,
üç ana başlıkta sınıflandırılmaktadır:
- Genetik etkenler: Çocukluk korkularının gelişimi için yatkınlık,
huy önemlidir.
- Çevresel etkenler ve yaşantılar: Ortak ya da paylaşılmayan çevre
önemlidir.
- Etkileşim: Biyolojik ve çevresel etkenlerin etkileşimi önemlidir
Korkunun nedenlerinin, tehlike sinyali oluşturan iç ve dış olaylar,
durumlardan kaynaklanabileceği, tehdidin ya da olası zararın fiziksel ya da
psikolojik nitelikte olabileceği belirtilmiştir. Bowlby, korkunun sebebinin,
tehdit yaratan şeylerin varlığı, ya da güvenlik ve koruma sağlayan şeylerin
yokluğu olabileceğine işaret etmiştir. Korkunun sebeplerinin, huydaki bireysel
farklılıklardan ve eğilimlerden, birey-çevre etkileşimlerinden ya da
yaşantılarından kaynaklandığı belirtilmektedir. Korkunun, yas ve olgunlaşmaya
göre, değişmekte olduğu ileri sürülmektedir.
Marks tarafından adlandırılan, korkuların “ontogenetik sırası” kavramında,
bireyin gelişimi süresince, normal korkuların ve endişelerin ortaya çıkmasının,
sürmesinin ve kaybolmasının dönemsel olarak kestirilebileceği ifade
edilmektedir. Marks’a göre, belirli korkuların gelişimi için duyarlı dönemler
vardır. Marks, korkuların gelişimini, kalıtım ve çevre arasındaki denge ile
açıklamıştır.
Marks, bazı korkuların çocukluk, ergenlik ve hatta erişkinlik döneminde aynı
kalmakta olduğunu ancak, korkularla ilgili yorumların, belirgin bir biçimde
değiştiğini belirtmektedir (Ölüm korkusunun farklı yaslarda farklı anlamlar
içermesi gibi). Gelişim süreci içinde, okul öncesi dönemde, çocukların
korkularının çoğunun, gerçekdışı olduğu, daha büyük çocuklarda ve ergenlerde
görülen korkuların ise, bedensel yaralanma ya da fiziksel tehlike gibi, daha
gerçekçi korkular olduğu belirtilmektedir. Bu değişikliklerin gerçekliğin
algılanması ve yorumlanmasındaki farklılaşmayı gösterdiği ifade edilmektedir.
[12]
Korkunun Gerekliliği
Alman ve ABD filozofu, Hannah Arendt, korku hakkında şöyle söylemektedir:
“Korku, hayatta kalabilmenin vazgeçilmez bir unsurudur.”
Allah’ın insanoğluna verdiği bütün duygular boşuna değildir. İnsan için
gereklidir. Örnek verilecek olursa; Araba kullanan bir insanı düşünün, bu insan,
hatalı sollama yaparsa karşıdan gelen arabaya çarpmamak için uyarıyı beyindeki
bilinçaltı verir. Hemen direksiyonu ne tarafa kırması gerektiği yönünde bir
hareket yapar. Eğer beyin ona korku uyarısını vermemiş olsaydı. Karşıdan gelen
arabaya çarpmanın korkulacak bir duygu olmadığını düşünür ve sürmeye devam
ederdi ve sonuç felaket olurdu. Görüldüğü gibi eğer insan korku duygusu
hissetmezse yaşamını sürdüremez. [27]
Korkunun Belirtileri
Otonom sistemi, amigdaladan herhangi bir uyarı ya da tehlike sinyali alırsa
adrenalinin devreye girmesini sağlar. Kana adrenalin boşaltılarak tehlike
sinyali diğer organlarımıza iletilir. Yani bir korku olayında bedenimizde
değişikliklerin olmasını adrenalin (epinefrin) yapar. Adrenalinin etkisini yok
eden ilaçlar da vardır. İlaçlar sadece çarpıntı gibi belirtilerin etkisini
giderir, korku duygusu kalır. Oluşan bazı değişiklikler şunlardır:
- Kalp hızlı atmaya başladığından, kalp atımlarımızı duyarız.
- Nefes alıp-vermeler artar, bir nebze de olsa nefes yetmezliği yaşarız.
- Kan basıncı artacağından baş dönmesi olur.
- Terleme ve üşüme olur. Gaye vücudun serinlemesini sağlamaktır (Adrenalin
ciltte bulunan kanı çektiği için).
Bunlara ek olarak tüylerin dikenleşmeye başlaması, iradenin kısmen ya da
tamamen yok olması, yüzde solmalar olur, konuşmalar anlaşılmaz, tükürük
salgılanmasının durması ve bağırsaklarda salgı artması yaşanması gibi birçok
değişiklikler yaşanır. Yutkunma güçlüğü, iştahsızlık, yüz kızarıklığı, kas
gerginliği, tıkanma duygusu görülür. Ayrıca kan şekerinde artma, göz
bebeklerinde büyüme, ani ölümlerin bile olması, kusma, hareketsiz kalmak,
vücutta kramp meydana gelir.
Korku anında gösterilen duygusal belirtiler kişiye özgü olsa da çoğu tepkiler
aynıdır. Başta gelen tepki huzursuzluktur hissi ile kaygıdır. Böylece kişi
dengesiz hare-ketlerde bulunur. Diğer duygular, öfke ve kendini aşağılamadır.
Öfke aniden oluşmaz ve mutlaka bir sebebi vardır. Korku zamanlarında verilen
tepkiler yavaş yavaş olabilirken, adeta patlama biçiminde de olur. Burada dikkat
edilmesi gereken nokta duyguların bizi yönetmesine izin vermemek, bizim
duyguları yönetebilmemizdir. Yani doğru yer ve zamanda uygun davranışı
sergilemektir. Bir kişinin güçlülük yönünü, bağımsızlık hırsını tescilleyen
heyecan türü öfkedir. Öfke; incinme, engellenme, gözdağı gibi durumlarda
gösterilen saldırganlık davranışıdır. Öfke ile korkunun ortak yanı, her ikisi de
öğrenme ile yetişmeyi etkileyen faktörlerin etkisindedir. [28]
Belirtilerin ortaya çıkması canlının anatomisi ve işleyişiyle doğrudan
ilgilidir. Beynin durumu algılaması ve gerekli hareket için sinyalleri
göndermesiyle başlayıp nihayete eren bir süreçtir.
Korkunun bilişsel, fizyolojik ve motorik bileşenlerden oluştuğunu ifade eden
Gerd Hennenhofer ve Klaus D. Heil, korkunun gerçekleşme sürecini şu şekilde ele
alırlar:
- Duyu organlarımız beyin kabuğuna bir tehlike uyarısı bildirirler.
- Beyin kabuğunda bir bilinç süreci oluşur.
- Tehlike sinyallerinin alımında ara beynin bir parçası olan hipotalamusta
korku duygusu oluşur.
- Korku duyguları hipofiz bezine bildirilir.
- Hipofiz bezi doğrudan kan dolaşımı sistemine ACTH (adrenocorticotropic
hormonu) salgılar.
- Böbrek üstü bezi kandaki ACTH hormonunu tespit eder ve kendisi de tepki
olarak hormonlar, daha ziyade adrenalin salgılar.
- Bu hormonlar bütün organizmayı en üst seviyede bir mücadele ve kaçış
hazırlığına getirir. Aynı anda korku duyguları hipotalamus aracılığıyla
vejatatif (otonom/özerk) sinir sistemimizi harekete geçirir.
- Bütün organizmadaki gergin heyecanlılık durumu yine beyne geri
bildirilir (bu şekilde mesela kalbimizin daha hızlı çarptığını bilinçli
olarak algılarız).
- Bu retiküler formasyon uyarımları büyük beyin kabuğunu adeta “ateşler”,
onu “kışkırtır”. Beyin bunun sayesinde en yüksek hazırlık durumuna gelir,
“uyanır”. Sonuç: Gergin bir dikkatsizlik hâli, çevreden gelen bütün uyarılar
şimdi özellikle kesik olarak algılanır ve büyük bir dikkatle işlenir.
Tehlikenin peşinden psikolojik olarak kaçma, direnme ya da yüzleşme
kararlarını verirken fiziksel sistemimizde yaşanan değişiklikler yukarıdaki
gibidir. Korkunun belirtileri fiziksel ve duygusal olarak ikiye ayrılmıştır.
Başlıca fiziksel belirtiler, bahsedilen aşamalar sonucunda ortaya çıkan çarpıntı
(kan basıncının yükselmesi), titreme, terleme, yüzde kızarma gibi etkiler olarak
görülürken duygusal olarak da öfke, huzursuzluk, kaygı ve heyecan olarak kendini
göstermektedir.
Tehlike ile karşı karşıya kalınca ortaya çıkan korku, öznede bir an önce
durumun sonlanması isteğini de beraberinde getirmektedir. Bunun sonucunda
salgılanan adrenalin öznenin dikkatinin keskinleşmesini sağlayarak etrafında
olup biteni daha net olarak algılamasına sebep olmaktadır. Bu noktada yaşanan
deneyim ‘eşsiz’ bir hâl almaktadır; zira, özne hiç olmadığı kadar kendisini
güçlü ve heyecanlı hissetmektedir. Korku, beraberinde özgüveni de getirmektedir.
Fizyolojik Tepkiler
Korkuya yönelik fizyolojik tepkiler; uyarılmışlık, terleme, titreme,
çarpıntı, kas gerginliği, boğaz ve ağız kuruluğu, midede rahatsızlık hissi,
bulantı, sık nefes alma, nefes alma güçlüğü, kalbin kızlı atması, kaslarda kan
akısının hızlanması, kan basıncının artması, idrar yapma ihtiyacı, bayılma,
düşme hissi, el ve ayaklarda güçsüzlük, gözbebeklerinde büyüme, derinin
solgunlaşması gibi bedensel tepkileri içermektedirler. Korku duygusuyla
birlikte, böbrek üstü bezinden adrenalin hormonunun salgılandığı
belirtilmektedir. Le Doux’a göre, korku duygusunda, sempatik sinir sisteminin
etkin olduğu görülür; göz bebekleri genişler, kalp hızı, soluk alıp vermek ve
kas gerginliği artar. [12]
Korktuğumuzda Vücudumuzda Neler Oluyor?
Korku, bir tetikleyici ile başlar. Korkutucu bir şey olduğunda beynimize
tehlikede olduğumuzu belirten uyarıcı sinyaller gönderilir. Korkutucu sinyal,
hızla beynimizin merkezindeki talamus’a ulaşır ve beynin tabanındaki amigdala’ya
iner. Glutamat adı verilen bir nörotransmitter, bu sinyali daha sonra beynin
daha da derinlerine taşır. Bu, — adına “savaş ya da kaç” tepkisi diyebileceğimiz
— donmamıza ya da istemsiz olarak yerimizden fırlamamıza neden olur.
“Savaş ya da kaç!” tepkileri, otomatik ve istemsizdir, çünkü derin beyin
üzerinde çok az kontrolümüz vardır. Bunun nedeni, savaş ya da kaç tepkisinin tüm
vücudu etkileyen güçlü hormonları serbest bırakmasıdır.
Korktuğumuzda, vücudumuz adrenalin hormonuyla dolar. Bu da kalp atış hızımızı
ve kan basıncımızı hızla artırır. Hormonal dalgalanma, ayrıca kalbinizin kanı
kaslara daha güçlü pompalamasına neden olur. Bu nedenle, korktuğunuzda kendimizi
biraz titrek ya da dengesiz hissedebiliriz. California Bilim Enstitüsüne göre
ekstra kan, vücudumuzu tehlikeden kaçmaya ya da gerekirse ayakta durmaya ve
savaşmaya hazır hale getirmektedir.
Ancak vücudumuz korku tepkisini oldukça hızlı bir şekilde tersine
çevirebilir. Hayatı tehdit eden bir durumda olmadığımız ortaya çıkarsa,
Parasempatik Sinir Sistemi (PSS), öncelikle adrenalin akışını durdurarak ve kalp
atış hızımızı normale döndürerek savaş ya da kaç içgüdüsüne karşı koymaya
başlar. Bu yüzden ne zaman bir korku filmi izlerken yerimizden zıplasak da
salondan çığlık atarak kaçmayız; İlk tepkiden sonra, Parasempatik Sinir
Sistemi’miz tehdidin gerçek olmadığını anlamamıza yardımcı olur ve bizi
sakinleştirir.
Parasempatik Sinir Sistemi’nin var olmasının bir nedeni, adrenalinin büyük
miktarlarda toksik olabilmesidir. Doktor Rober Glatter’e göre kalbe çok fazla
adrenalin pompalandığında, bu kalbin iflas etmesine ve ölüme yol açabilir.
Doktor Glatter’e gçre savaş ya da kaç tepkisinin gerçekleşmesini manüel
olarak durduramazsınız. Ancak meditasyon yapmak gibi şeyler, bir dahaki sefere
terör ya da diğer güçlü duygularla boğuştuğunuzda daha sakin kalmanıza yardımcı
olabilir. [14]
Amigdala
Hipokampus yakınında badem şeklinde bir beyin merkezi olan amigdala duyusal
ve bilişsel bilgiyi bir araya getirmesine ve daha sonra bir korku cevabı
oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine izin veren önemli anatomik
bağlantılara sahiptir.
Özellikle korku hissi, prefrontal korteksin duyguları düzenleyen anahtar
bölgeleriyle (yani OFC ve anterior singulat korteks ile) amigdalanın paylaştığı
karşılıklı bağlantılar aracılığıyla düzenleniyor olabilir.
Ancak korku sadece bir duygu değildir. Korku yanıtı aynı zamanda motor
yanıtları da içerebilir. Koşullara ve kişinin mizacına göre bu motor yanıtlar
savaşma, kaçma ya da donakalma olabilir. Korkunun motor yanıtları kısmen
amigdala ve beyin sapının periakuaduktal gri alanı arasındaki bağlantılar
tarafından düzenlenmektedir.
Beyinde korku yanıtının işlenmesi, amigdalaya giren ve amigdaladan çıkan çok
sayıda nöronal bağlantı tarafından düzenlenir. Her bir bağlantı özgül
reseptörlerde etki gösteren özgül nörotransmitterleri kullanır. Amigdala
içindeki anatomik bağlantıların netleştirilmesi ve bu nöronal devrelere özgül
reseptör alt tiplerinin belirlenmesi çalışmaları hala devam etmektedir. [29]
Amigdala bir duygu gözcüsü olarak her deneyimi felaket belirtisi arayarak
tarar. Gelen uyarı, bakış, ses tonu, imalı bir mimik, tehlike sinyali olarak
algılandığında, amigdala öfke ya da korku döngülerinden birini harekete
geçirerek, tüm beyne alarm sinyallerini gönderir. Öfke döngüsü, savaşma ve
kendini korumaya dönükken, korku döngüsü ise kaygı duyma, tehlikelerden kaçınma
ve donmaya yol açabilir. Böylece anksiyetenin fizyolojik belirtilerinin
tetiklenmesiyle kalp hızı ve kan basıncı artar, milisaniyeler içinde öfkeyle
dolabilir ya da korkudan donabiliriz. [30]
Beyinde korku ile ilgili yanıtlardan sorumlu bölge amigdaladır. Amigdala
medial temporal lobda yerleşim gösteren, ve on üç adet nukleus içeren bir
oluşumdur.
Korku yaratan uyarılar amigdalaya geldiğinde buradan beyin sapına ve
hipotalamusa uzanan çeşitli yollar aracılığıyla hormonal ve davranışsal
yanıtların ortaya çıkması sağlanır. [31]
Amigdala, adını, şeklinin bademe (latince amydale badem anlamındadır)
benzemesinden alır ve beynin her iki yarısında yer alır. Duygular konusunda
kilit rol oynayan amigdalaya beynin farklı bölgelerinden doğrudan ya da dolaylı
olarak bilgi ulaşır. Amigdaladan da beynin diğer kısımlarına uyarılar gider.
Damasio ve New York Üniversitesi’nden Jopeph LeDoux (Emotional Brain ve Synaptic
Self adlı kitapların da yazarı) ve Michael Davis’in çalışmaları yüzdeki korku
ifadelerinin tanınmasında, korkuya bağlı koşullanmada ve korkunun ifade
edilmesinde amigdalanın kilit rol oynadığını gösteriyor. Damasio duygular
konusunda yaptığı çalışmalardan, duyguların aslında beyinde sadece sınırlı
sayıdaki birkaç bölgede üretildiğini ve bunların beynin subkortikal bölge adını
verdiğimiz iç kısmında yer aldığını öğrendiğini bildiriyor. Amigdala da bu
bölgelerden biri.

Bir yılan gördüğümüzde aniden korkmamızı sağlayan beynimizin amigdala adlı
bölgesidir.
LeDoux göz ucuyla yılana benzer bir cisim gördüğümüzde beynimizde neler olup
bittiğini şöyle açıklıyor:
“Yılana benzer bir cisim gördüğümüzde sıçramamızı sağlayan aslında
amigdaladan gelen sinyaldir. Göze gelen ve beyince algılanan bu görüntü sinyali,
önce talamusa ulaşır. Talamus gelen bu mesajı adeta ham şekli ile doğrudan
amigdalaya iletir. Bir yandan da görülen cisimle ilgili çok daha detaylı bilgiyi
beynin görmeyle ilgili bölgesi olan görsel kortekse ulaştırır. Görsel korteks bu
bilgilerin ışığı altında değerlendirme yaparak görülen şeyin gerçekte ne
olduğunun kavranmasını sağlar. Bu bilgi de tekrar amigdalaya gönderilir. Korteks
amigdalaya çok daha detaylı bilgi gönderir, ama bütün bu işlemler görüntü ile
ilgili mesajın doğrudan amigdalaya ulaşmasına kıyasla çok daha uzun sürer. Fakat
amigdalanın hızlı tepkisi sayesinde henüz görünen şeyin yılan mı yoksa yılanı
andıran kıvrılmış bir halat mı olduğunu ayırt etmeye zaman bulamadan o şeye
karşı fiziksel tepkimizi vermiş oluruz. Gerçekte gördüğümüz şey yılana benzeyen
halat bile olsa, ona karşı yılan görmüş gibi tepki vermemiz hayatta kalmamız
açısından son derece önemlidir.” [13]
Sınav Kaygısı
Normal ölçülerdeki kaygı, performansı arttırıcıdır. Aşırı kaygı durumunda
salgılanan adrenalin, bilgi transferini engeller, fiziksel sorunlara ve paniğe
sebep olur. Sınav kaygısının derin boşluk hissi, depresyon, fiziksel rahatsızlık
gibi sonuçları olabilir.

Panik
Panik bendini kıran, setin ardında toplanmış suya benzer. Korktuklarında
insanlar kontrolsüz hareket ederek ya panikler ya da şoke olurlar. Bu iki
davranış bazen sıralı da olabilmektedir. Önce şoke girip sonra hızlıca oradan
uzaklaşmak istenebilmektedir. Panik davranış, tehlikeli ortamda bilinçsiz bir
şekilde hayatta kalabilme mücadelesi verilmesidir. Yanan bir binada panikleyen
birisi pencereden dışarı atlarsa diğerlerinin de onu takip ettikleri
görülmüştür. Adrenalinin kontrolsüz akışı stres oluşturduğundan anlık
tetiklenmek beden ve zihin için sağlıklı değildir. Bu nedenle muhtemel panik
oluşturacak ortamlar çok iyi analiz edilmeli ve panik durumlarına karşı tatbikat
yaptırılmalıdır. Panik kaçışta kapıya yönelmeden dolayı kapı önünde yığılma ve
tıkanıklıklar oluşacaktır. Bu nedenle dışarıdan kapı önünde sıkışanların çekilip
alınması gerekmektedir. Dışarı çıkanların kapı önünde duraksadıkları, tepkisiz
kaldıkları, dondukları ve tutukluluk davranışı sergiledikleri görülmektedir. O
noktada hareketler yönlendirilmelidir.
Panik davranışı, korku oluşturduğundan, korku ağaçların köklerinin topraksız
kalması gibidir. Akan sel içerisinde hareket etmeye başlayan ağaçların
verecekleri zararlar ve yıkıcı etkisi çok büyük olacaktır. Riskler krize
dönüşmeye başladığında insanlar önceden bilgilendirilerek panik davranışının
biçimlenmesinin önüne geçilebilir. Panik ortam oluştuğunda insanların çıkışlara
nasıl yönlendirileceği önceden belirlenmelidir. Kapalı alanlarda panik
durumundan insanları haberdar etmeden tahliye edilmeleri bazı durumlarda gerekli
olmaktadır. Bazı insanlarda panik halinde kaçmak yerine sığınmak ya da
sevdiklerini kurtarmak için onlara doğru yöneldikleri görülmektedir. Bir
davranış biçimi olarak panik halinde insanlar şuursuz ve yıkıcı hareket
etmektedirler. Yaradılış özelliklerinden dolayı insanlar hangi kriz ortamlarında
hangi davranışı sergileyecekleri benzerlik göstermektedir. Bunlar bilindiğinde
gerekli hazırlık yapıldığında birey ya da gruplar kendilerini koruyabilir ya da
panikleyenler istenilen şekilde yönlendirilebilir.
Renk, ısı, ışık, akustik, gürültü, görünüm gibi ortamdaki ani değişiklikler
paniği tetikleyen önemli faktörlerdir. En kritik ortamlar, kargaşa çıktığında,
metro, sinema, konser salonu, gece kulüpleri gibi kapalı ya da çevrimsel
alanlardır. Molotof kokteyle yangın çıkarılırsa, ne yaparsınız? Kalabalık
ortamda kargaşa çıkarsa nasıl davranırsın? Bu gibi sorulara karşı önceden
hazırlık yapılması gerekir. Öncelikle bu gibi olayların çıktığında sakin ve
soğukkanlı olunması gerektiği konusunda psikolojik olarak hazırlık yapılmalıdır.
Psikolojik hazırlık hayata tutunmadır. Hangi ortamda ne tür panik çıkabileceği,
panik halinde hayatta kalabilmenin nasıl mümkün olacağı konusunda fikir
yürütülmeli, beyin fırtınası yapılmalıdır. Panik halinde birey ya da kitle
yüksek sesle komut veren liderini dinler, o ne derse onu yapar. Kriz
durumlarında liderler yatıştırıcı rol oynamalıdır. Panik ortamında koşmak
kartopu gibi yuvarlanma etkisi yapar. Koşarak yığınlaşan durumlarda
panikleyenler hem miktar hem de yıkıcılık yönünden büyüyecekleri her zaman göz
önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda kalabalık bölünmelidir. Onların önünde
koşanlar bölmeyi yaparken sesli komutlar vermelidir. [32]
Cin Korkusu
Yeni neslin cin korkusu, ne yazık ki saçma cin, büyü ve şeytan filmlerine
dayanmaktadır. Korku filmi seven seyircinin bu zaafını kullanmak isteyen bazı
“cin fikirli” yönetmenler, dini kavramları kullanarak İslam anlayışına uymayan
filmler ortaya koymuşlardır. Sağlıklı bir “din bilgisine” sahip olmayan bu
kimselerin “cin bilgisi”, tamamen uydurma hikayelerden oluşmuştur.
Cinlerin varlığına inanmak batıl inanç, hurafe değildir. Kurân-ı Kerîm’de
varlığı haber verilmiştir. Ancak onlar hakkındaki bilgimiz de sınırlıdır.
Cinlerin var olması, bizim için bir tehdit değildir. Kendi boyutlarında
varlıklarını sürdürmektedirler. Cinler, “Bugün kimin içine girsek acaba?”,
“Bugün kimi çarpsak acaba?” diyen varlıklar değildirler. [33]
Cin Sûresinin 6. ayeti, cincilerin (cinden insanların/ricâlün mine’l-cinni)
kendilerine sığınan yahut başvuran insanların korkularını, zilletlerini ve
zafiyetlerini daha da artıracaklarını (rehak) bildirirken, 13. ayet, Allah’a
güvenip dayananların böyle bir korku ve endişeden emin olarak yaşam
süreceklerini ilan etmektedir. İlginç bir şekilde ayette geçen rehak terimi,
korku, zafiyet ve zillet gibi bağımlı insan psikolojisini tanımlamaktadır.
Bunlar tam da cinlendiği söylenen insanlarda gözlemlenen belirtilerdir.
İmam
Mâtürîdî, ne amaç için olursa olsun, insanın Allah’a değil de cinlere
sığınmasını şirk olarak tanımlamaktadır. Buna ek olarak Mâturîdî, “cinlerin
yahut cincilerin (cinden insanların) onlara sığınanların korkularını daha da
artırdıkları” ayetinde korkunun kaynağının cinler değil, insanın bu yöndeki
yönelimi olduğunu dile getirmektedir. [34] Mâturîdî’ye göre daha güçlü bir
varlık olan insanın, bu tür vehmî varlıklara sığınması, zafiyet ve insan
cinsinin aşağılanmasındır. Cinler öyle bir zafiyet durumundadırlar ki, insanlara
zarar vermeleri söz konusu olamaz. [35]
Kurân cinlerin varlığını bilimsel olarak ispatlamaya çalışmamaktadır. ‘Örtülü
olmak ve gizlenmek’ kökünden türeyen ‘cin’ kelimesi, görülmeyen ve tanınmayan
varlıkların cins ismidir. Materyalist temele dayalı modern bilimin zihinleri
sınırlaması nedeniyle cinlerin varlığı konusunda zorlama birtakım yorumlara
gidilse de bize gizli olan, canlı ve cansız kimi varlıklar mevcuttur.
Kurân eğer böyle bir varlığın bulunduğunu söylüyorsa doğrudur ve bu aklen de imkân dâhilindedir. Kimse bilimsel olmadığını söyleyemez. Bilimselliğin ölçüsü, pozitivist bilimin çizdiği dar ve katı sınırlardan ibaret olmadığı gibi, fizik ve metafizik ayrımı da kesin ve genel geçer bir ayrım değildir. Bugün keşfedilmiş bulunan gerçekler, dün bizim için metafizik olgulardı ki bugün onların fizik alanına girdiğini görüyoruz. Bu durumda ne fizikî alan bizim gördüklerimizden ne de fizik kanunları bizim bildiklerimizden ibarettir.
Metafizik dediğimiz alanın bir kısım sırlarına vakıf oluyor ve fizikî alana
dâhil olduğunu görebiliyorsak yarın cinlerin de fizikî varlıklar olarak kabul
edilmeyeceğini kimse söyleyemez. Nitekim Allah, dilediği peygamberlerine bazı
gayb olaylarını açıklarken bazılarını gizlemeye devam etmektedir. Gerçekleştiği
gün ahiret de bizim için gaybî bir olgu olmaktan çıkacak ve fizikî bir olguya
dönüşecektir.
Müşrikler, cinleri Allah’ın oğlu kabul ederek kutsamakta ve
Kurân’ı da onların getirdiğini iddia etmektedirler. [36] Bugün insanlarda var
olan cin korkusu da o eski geleneklerin bir uzantısıdır ve aslında bilmemekten
kaynaklanan bir korkudur. Allah’a halis kul olanların, kâfir cinlerin lideri
kabul edilen İblis’ten bile korkmasına gerek yoktur. [37] Dikkatli olup Allah’a
sığınmak yeterlidir. [38][3]
İnsanın gayb konusundaki bilgisizliği, onu istismara açık hale getirmektedir.
Bu istismar, yaygın bir şekilde cinler konusunda kendine alan bulmaktadır. Cin
terimi etrafında yaratılan korku, folklorik birçok unsur da eklenerek kulaktan
kulağa gittikçe büyümüş ve akl-ı selim sahibi insanları bile esir alır hale
gelmiştir. Kurân-ı Kerim, insanlar üzerinde etkin olduklarına inanılan bu
güçlerin mü’minler üzerinde hiçbir kontrollerinin olamayacağını ilan etmesine
rağmen, insanların cin tasallutundan bahsediyor oluşları, hayatımızı Kurân’ın
özgürleştirici ruhundan ne kadar uzak bir tarzda inşa ettiğimizin göstergesi
durumundadır. [39]
Güvenme ve inanma hissini kaybeden insanların önce psikolojik ardından
psikosomatik (beden üzerinde de etkisini gösteren zihin kaynaklı hastalıklar)
olarak yaşadığı rahatsızlıklar kendi beyninin ürettiği rahatsızlıklardır. Bir
bilgisayarın işletim sistemine yani programına giren bir virüsün onun mekanik
kısmına zarar vermediği ama programlarını çökerttiğini ve onu işlemez hale
getirdiğini biliyoruz. Buna kıyas edildiğinde, zihinsel zafiyetlere neden olan
görünür görünmez her türlü zararlı inanç ve düşünce (virüs) insanı yavaş yavaş
çökertmektedir.
İnsanın beyin yapısı bu tür iç ve dış etkilere açıktır. İnsanın
aşırı heyecan, aşırı korku, aşırı hüzün ve aşırı sevinç hali beyin programını
değiştirebilmekte; fakat insan bunun nasıl meydana geldiğini bilemediği için,
yaşadığı durumu görünmez varlıklara bağlayıp birçok bozuk ruh halini yaşamaya
başlamaktadır. [40]
Normal şartlar altında, sağlıklı bir zihnin ve beynin bu tür etkilere açık
olmadığı Kurâni bir beyandır. Cin sûresi 13. ayet, Allah’a inanan (ve bu imanla
zihnini güçlendiren, tabiri caizse zihnine anti-virüs programı yerleştiren)
insanlara hiçbir korku kaynağının etki edemeyeceği ifade edilmektedir.
Gözle görülemeyen bu varlık tarzlarının gaybı bilmesi de söz konusu değildir. [41]
Şeytanın (kötülüğe kaynaklık eden her tür varlığın) insan üzerinde hiçbir etkisi
yoktur. Kötülüğe meyledenler bunu kendi özgür iradeleriyle yaparlar ve
kendilerine buna uygun bir geleceği kendi elleriyle hazırlarlar. [40]
Halkımızın cin zannettiği bir başka kişi ise aslında hastanın bilinçaltı
düzeyde zaman içerinde yarattığı birbirinden farklı karakterler arasındaki
geçişlerdir. Erken yaştaki travmalar, çocukluk dönemine ait uzun süreli cinsel
istismar ya da başka sebeplerden dolayı bilinçaltı düzeyde kişilik bölünmesi
olur ve alter denilen alt kişilikler oluşur.
Bu alt kişilikler birbirinden farklı, erkek, kadın, çocuk, öfkeli, saldırgan
vb değişik yapılarda olabilir. Kişi tetikleyen bir unsur olduğunda otomotik
olarak bilinçaltındaki oluşmuş olan o alt kişilik otomatik devreye girer ve
davranışlara yön verir. Kişi aslında bu turumda bir trans durumundadır. Hipnotik
trans durumunda asıl kişiliğin özellikleri değil, bilinçaltından devreye giren
alt kişiliğin özellikleri görünür.
Kişinin normal halinden tamamen zıt karakterde olabilecek bu alter
devredeyken etraftaki insanlar için ürkütücü olabilecek çılgınca gülmeler,
küfürler, tehditler, normal dışı infial uyandırabilecek davranışlar çokça
görülür. Bir süre sonra otomatik transtan çıkan kişi normal haline döner,
oldukça yorgundur ve genellikle olan biteni hatırlamaz. Halkımızın cin
zannettiği aslında kişinin bilinçaltında oluşan alt kişiliklerdir ve bu tedavi
edilebilen bir rahatsızlıktır.
Burada anlaşılması gereken şey, cinlerin varlığını inkar değildir elbette;
cinlerin insan bedenine girip kişileri yönetme, idareyi tamamen ele alma durumu
değil, kişinin tedavisi olan bir hastalığa düçar olmasıdır.
Bu olağandışı durum; kişinin elinde olmadan, tetikleyici bir unsurla otomatik
bir biçimde kişinin farkında olmadan kendi kendine hipnoza girmesiyle ortaya
çıkar. Bütün dünyada genellikle bu rahatsızlığın tedavisi hipnoterapi ile
yapılmakta ve bu konuya yönelen uzmanlar genellikle hipnoz öğrenmektedir.
Hipnozla çözülebilmesi oldukça olağan bir durumdur, çünkü rahatsız olan kişi
otomatik bir hipnoz durumunda bu karakter ve kişilik değişimini yaşar.” [42]

Müminler Yalnızca Allah’tan Korkar
Allah korkusu, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ve onun neslinden beri var
olan bir husustur. Nitekim Hz. Âdem’in oğullarından Kâbil’in kurbanı
kabul edilen kardeşi Hâbil’e karşı aşırı hasedi [43] yüzünden
anlaşmazlığa düştüklerinde, Kâbil kardeşi Hâbil’i öldürmeye kalkışmış, ancak
Hâbil, Kâbil’e el kaldırmayacağını söylemiş ve tepkisini
إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
“Ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım”
diyerek göstermiştir. [44] Hâbil kendisine saldıran
kardeşini öldürme gücüne sahip olduğu halde haksız yere bir cana kıymanın büyük
günah olduğu inancıyla Allah korkusundan dolayı kardeşinin kanına
girmemiştir. [45] Dolayısıyla Hâbil’in bu tutumu bize onun gerçekten
Allah korkusuna sahip birisi olduğuna işaret etmektedir.
Hâbil’in
gösterdiği tepki örneğinde Kur’ân’ın bize verdiği mesaj, Allah’a iman
edenlerin ucunda ölüm bile olsa her türlü durumda Allah korkusuyla
hareket etmeleri gerektiğidir. [46][47]
el-Bakara 2/45’de Rablerine mutlaka kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini
yakînen bilen müminler, “hâşiîn” [48] huşû sahipleri yani Allah’a derin saygı
duyan ve O’ndan korkan kişiler olarak nitelendirilmiştir. [49] Huşû’da hem saygı
hem de korku vardır.
Kurân’a göre korku, müminler için pozitif bir etkiye sahiptir. Şüphesiz her
müminde Allah korkusu vardır. Ancak bu korkunun oranı müminin Allah’a olan
yakınlığı ile orantılıdır. Allah korkusu dışındaki korkular, insanı korktuğu
şeyden kaçırırken, Allah korkusu mümini O’na yaklaştırır ve mümini ruhen motive
eder. Onun olaylara bakış açısını değiştirir.
Mümin bu duygu ile bir yandan
kaygı, endişe ve korku duyarken diğer yandan ümitvâr olarak kendini kontrol
altına alabilmelidir. Zira tahkîkî imana dayalı Allah korkusu mümini dengeli ve
tedbirli hareket etmeye sevk eder. Bu tutumu kişiyi takvâ sahibi kılar ki, işte
Allah’ın kullarından istediği şey tam da budur: [47]
إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
İnnema zalikumuş şeytanu yuhavvifu evliya'eh, fe la tehafuhum ve hafuni in kuntum mu'minin.
”Bakın, bu şeytan ancak kendi yandaşlarını korkutur. Mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” [50]
Takvâ, Allah korkusunun genişlemiş halidir. Zira takvâ, hem Allah korkusunu,
hem de sevgi, saygı ve sorumluluğu içerir. Allah katında insanların en
değerlisi, O’na karşı en çok takvâ sahibi olanlarıdır. [51] Mümindeki takvânın
kaynağı, Allah’ın sevgisine layık olamama endişesidir.
Takvâ, mümine kâinâta
ibret ve hikmet gözüyle bakmasını sağlar. Onu egoist değil, paylaşımcı ve güzel
ahlak sahibi kılar. Kibir, gurur, kin, nefret, bencillik gibi kötü duygulardan,
ahlâk dışı davranışlardan korur ve engeller. Helâl ve haram konusunda titiz
kılar. Ona kalbinin ve vicdanının sesini dinletir. Allah sevgisi ve coşkusuyla
ibadet eder. Hayatta huzurlu ve mutlu olur. Kısacası onu şuurlu bir mümin kılar.
İşte bu Allah’ın kullarından beklediği övgüye layık bir aksiyondur. [47]
Kaynaklar
[1] Esra Türkel ve Yrd. Doç. Dr. Fevzi Kasap , “Türk Sineması’nda Korku: 2000
Sonrası Türk Korku Sineması’nda Dinsel motifler Üzerine Bir inceleme ve Yaratım
Sorunları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 32, Issn:
1307-9581, s.712.
[2] Yıldız Burkovik, “Kaygılanacak Ne Var”, Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s.
28.
[3] https://www.fcryayin.com/wp-content/uploads/2021/07/cin.pdf
[4] Yıldız Burkovik, a.g.e., s.30.
[5] ?, s.310-311.
[6] Yıldız Burkovik, a.g.e., s.31.
[7] Öğr. Gör. Filiz Çimen, “Sanat Eserlerinde Korku İmajı ve Korku Duygusu
Yenebilmede Sanatın Rolünün İrdelenmesi”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,
Kış 2010, Cilt: 9, Sayı: 31, s.308.
[8] Tirmizî, “Daavât”, 71/3822.
[9] İsrâ, 31.
[10] İbn Kayyım el-Cevziyye, “ed-Dâu ve’d-Devâ”, s. 86.
[11] Yıldız Burkovik, a.g.e., s.48-54.
[12] Figen Elmacı, “Bilişsel - Davranışçı Yaklaşıma Dayalı Grupla Psikolojik
Danışmanın Ergenlerin Korkuları Üzerindeki Etkisi” (doktora tezi), Ankara
Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitü, Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı, Eğitimde
Psikolojik Hizmetler Bilim Dalı, Ankara 2008, s.20-23.
[13] Öğr. Gör. Bahri Karaçay, “Korkusuz Beyin”, Bilim ve Teknik, Mayıs 2011,
s.32-33.
[14] Kelly Dickerson, “Here’s what happens to your body when something terrifies
you”, 31 Ekim 2015, https://www.businessinsider.com/what-happens-when-you-are-scared-2015-10
(çev. Akhenaton)
[15] Dean Burnett, “Aptal Beyin”, Aganta Kitap, İstanbul 2017, ISBN:
978-605-9851-91-6, s.28-29.
[16] Dr. Kl. Psk. Gül Çörüş, “İnsan Beyni ve Stres” (makale).
[17] Daniel Murrell, “What happens when you get an adrenaline rush?”, 17 Temmuz
2018, https://www.medicalnewstoday.com/articles/322490 (çev. Akhenaton)
[18] Eren Zen Karaduman, “Tekinsiz Filmler: Alper Mestçi’nin Gözünden Korku
Anlatılarını İzlemek” (yüksek lisans tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Türk Halkbilimi Anabilim Dalı, Ankara 2021, s.109-110.
[19] Ahmet Polat, “Hikmet-i Teşri’ Bağlamında Abdest ve Namazın İnsan Sağlığı
İle İlişkisi”, Apjir Akademik Platform, Cilt: 4, Sayı: 3, 2020, s.409.
[20] Nevzat Tarhan, “Mutluluk Psikolojisi”, Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s.
66–67.
[21] Emanullah Polat, “Kurân-ı Kerim’e Göre Rûhî Hastalıklar” (doktora tezi),
T.C. Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2010, s.172.
[22] Emanullah Polat, a.g.e., s. V.
[23] Ph. D. Debra Sullivan, “Adrenaline Rush: Everything You Should Know”, 1
Kasım 2018, https://www.healthline.com/health/adrenaline-rush (çev. Akhenaton)
[24] “How Your Eyes Respond to Stress”, 5 Eylül 2018, https://www.eyeque.com/knowledge-center/how-your-eyes-respond-to-stress/
(çev. Akhenaton)
[25] Dr. Cahit Karakuş, “Yönlendirilmiş Elektromanyetik Enerji ve Uzaktan Zihin
Kontrolü”, 2019, s.88.
[26] Simone DeAngelis, “Can Dogs Smell Adrenaline?”, 6 Nisan 2020, https://wagwalking.com/sense/can-dogs-smell-adrenaline
(çev. Akhenaton)
[27] Hacer Çelik, “Kurân-ı Kerim’de Havf ve Haşyet” (yüksek lisans tezi),
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri
Ana Bilim Dalı, Tefsir Bilim Dalı, Konya 2012, s.2-3.
[28] Süleyman Boz, “Korku Algısı: Diş Tedavisi Gören Hastalar Üzerine Bir
Araştırma” (yüksek lisans tezi), T.C. Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilimdalı, Gaziantep 2017, s.17-18.
[29] Prof. Dr. Neşe Kocabaşoğlu, “Korku ve Anksiyete Devresinin Nörobiyolojisi”,
İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
[30] Özge Saraçlı, Nuray Atasoy ve Elif Karaahmet, “Yakın İlişkilerin
Nörobiyolojisi”, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2012; 4(4), s.423-424.
[31] Uz. Dr. Serap Erdoğan, “Panik Bozukluğunun Nörobiyolojisi” (makale), Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Ankara, s.4.
[32] Dr. Cahit Karakuş, a.g.e., s.81-82.
[33] Memduh Çelmeli, “Kurân-ı Kerîm’e Göre Cin ve Şeytan” (makale).
[34] İmam Maturidi, “Te’vîlâtü’l-Kurân”, c.16, s.161.
[35] Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, “Dinsel ve Mitolojik Yönleriyle Cin ve Şeytan
Algımız”, Kelam Araştırmaları 10:2 (2012), s.23.
[36] Geniş bilgi için bkz. 68/Kalem 2; 53/Necm 19-26 ve 72/Cin 1-15; 38/Sâd
36-38; 6/En’am 100; 37/Saffat 158; 34/Sebe 12-14
[37] 38/Sâd 83; 15/Hicr 40.
[38] 7/A’raf 200.
[39] Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, a.g.e., s.28.
[40] Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, a.g.e., s.27.
[41] Sebe 34: 14; Cin 72: 10.
[42] https://www.pegarose.com/cin-carpmasi-nedir-nasil-tedavi-edilir
[43] Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî el-Beydâvî, “Envâru’t-tenzîl ve
esrâru’t-te’vîl”, thk. Muhammed Subhî Hasen Hallâk, Muhammed Ahmed el-Atraş, (Beyrût:
Dâru’r-Reşîd, 2000), I, 432.
[44] el-Mâide 5/28.
[45] İbn Kesîr, “Tefsîru’l-kur’ân’il-azîm”, III, 77.
[46] Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Huseyn. Er-Râzî, “Mefâtîhu’l-ğayb” (et-Tefsîru’l-kebîr),
(Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981), XI, 209.
[47] Dr. Öğr. Üyesi Nurdoğan Türk, “Kurân Işığında Korku ve Etkileri”, Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2019, Cilt: 19, Sayı: 1, e-ISSN:
2564-6427, s.147-148.
[48] el-Bakara 2/45, 46.
[49] el-Müminûn 23/2 ve el-Ahzâb 33/35’de müminlerin özelliği olarak “hâşiûn”
kelimesi geçmektedir.
[50] Âl-i Imrân 3/175.
[51] el-Hucurât 49/13.
[52] Eren Zen Karaduman, a.g.e., s.10-11.
Bu sayfa hakkında yorum ekle: