
Masonlar
Fatih Kaya
Kategori: Gizli
Cemiyetler
Masonluk teşkilatının tarihi oldukça eski ve kadim geleneklerden
oluşmaktadır. Mason; kelime manasıyla duvar ustası anlamına gelmekte ve ilk
başta duvar ustası kardeşliği adıyla anılmaktadır. Fakat kendi aralarında oluşan
bir sır vardı ki bu sırrı üstatları olan Hiram Usta bilmekte ve çırak, kalfa ve
usta üçlem basamaklarında anlatmaktaydı. Sonra aşağıda yazılacak olan olaylar
silsilesinde günümüze kadar varlıklarını sürdürecek, bazı tarihlerde yeraltına
bazı devirlerde ise yer üstünde faaliyetlerini gerçekleştirecektir.
Kardeşlik örgütü olarak bilinen bu cemiyet, genellikle siyaset, sağlık ve
devlet kurumlarında varlıklarını göstermekte ayrıca varlıklı olan insanları
almaktadır. Genellikle saltanat usulünün tozlarını gördüğümüz örgütte, babadan
oğla geçilmesini sağlamaktadır.
Tapınak Şövalyelerinin mirasçısı olarak kabul edilmiş olan örgüt, dünya
devletlerinde faaliyetlerini günümüzde de devam ettirmektedirler. Şunu
belirtmekte fayda görmekteyiz; kaynak aldığımız eserler yakın tarihte izlerini
görünür biçimde bırakmış ve bazıları yayımlandığı için de basım evleri
yakılmıştır. Başka kaynak ise de bizzat kendisi masonluk teşkilatına girmiş ve
sonradan ayrılarak masonların aleyhine yazı neşretmiştir. Ve diğer kaynak eser
ise kendisi 33. dereceden mason olmakla beraber sadece masonlara mahsus yazılan
kitaplardan esinlenerek kaynak alınmıştır.
Masonların İlham Kaynağı
Masonların, örnek alabilecekleri bir ağabey vasfında görülen kurum/kuruluş
Tapınak Şövalyeleri/Tapınak Tarikatı adında Hıristiyan menşeli örgüttür.
‘Süleyman’ın Tapınağı’nın Yoksul Şövalyeleri Tarikatı, daha yaygın adıyla
Tapınak Şövalyeleri, Fransız soylusu Hugues de Payen tarafından 1119 civarında
Kudüs’te kuruldu. Kutsal Şehir, Birinci Haçlı Seferi’nden bu yana yirmi yıldır
tekrar Hıristiyanlar’ın eline geçmiş ve Avrupalı hacıların en fazla
kullandıkları yol olmuştur. Hacılar, önlerine çıkacak tehlikelerden –Kudüs ve
havalisinde bulunan yol kesen çeteler- habersiz, gruplar halinde geliyordu. Bu
soyguncular kimi zaman Saracenler’di, kimi zaman da yoldan çıkmış Haçlı
askerleri. Bu tehditle başa çıkmak amacıyla Hugues de Payen hacıları korumak
için dokuz şövalyeden oluşan bir grup.[1]
Tapınak Şövalyeleri, kuruluşundan itibaren Hıristiyan hacıları korumakla
vazifeli olup diğer yaptıkları iş, senetçilik/çekçiliktir. Tapınakçıların
bünyesinde bir yerden başka bir yere gidecek varlıklı insanların yolda gasp
korkusu yüzünden tapınakçılarda bu işe bir çare bulmuşlardır. Kudüs’ten farklı
vilayetlere gidecek hacının elindeki altınları alıp, gittiği yerde tapınakçılara
verecek olan içinde gizli şifreler/semboller barındıran senet biçiminde kağıdı
hacıya verip, gittiği yerde tapınak şövalyelerinin birisine verip altınlarını
sorunsuz şekilde almak gibi bir yöntem icat etmişlerdi. Fakat her şeyin
karşılığı olacağı gibi bunun da bir karşılığı olacaktı. Verilen altınlardan
belirli miktarda Tapınakçılara vererek altınlarının kahir ekseriyetini tekrardan
geri alması, zamanla Tapınakçıları varlıklı hale getirmiştir. Başka bir husus
ise bu tarikat kendisine diğer bir adla ‘İsa’nın Fakir Şövalyeleri’ demektedir.
İsa Mesih’in adını kullanmaları, Hıristiyanlarda manevi bir uhuvvet uyandırmakta
ve hayatları boyunca ellerinden geldiği kadar şövalyelere yardım edeceklerdir.
Bu tarikat genellikle denizcileri bünyesine almakta ve denizcilikte ileri
gitmektedirler, bu yüzden Ortaçağ’da kiliselerinin altı önemli hazine ve
bilgilerle dolu olduğu bilgisi yaygındı. Gittikleri Hıristiyan vilayetlerinde
hürmetlerle karşılanan (tabii zamanla varlıklaşarak itikatlarını kaybedecekler)
şövalyeler kilise mahzenlerinde kalmayı talep ediyorlardı. Fakir sıfatını
kullanarak, ‘bizler İsa Mesih’in fakir şövalyeleri olarak, yıkanmak abes
karşılanmakta ve kilise mahzenlerinde yaşamaktayız’ deyip buldukları altınlarla
ve bilgilerle zenginleşmeye başlamaktadırlar. İşler 14. yüzyılın başlarına doğru
Tapınakçıların itikatları bozularak Hıristiyan inançlarına ters işler
yapmaktaydılar.
‘Filip’in baş düşmanı, Roma tarafından korunan ve tarihte ‘Templar’ diye
bilinen gizli bir şövalyelik örgütüydü. Bugün ‘Opus DEI’ ne ise o tarihlerde bu
örgüt o kadar güçlüdür. Templar şövalyeleri koyu Katolik, cesur, evlenmeyen ve
sadece İsa uğruna ölmeye gönüllü soylular olarak tanınıyorlardı. Avrupa’nın
hemen her tarafında gizli örgütler mevcuttu. Şöhretlerini Müslümanlarla
yaptıkları Haçlı seferlerinde kazanmıştır. Filip’ten önce Kral I. Richard
kendilerine imtiyazlar vermişti. Örgüte üye olabilmek çok zordu. Nitekim Filip
de kral olmadan önce örgüte girmiş istemiş, fakat güzelliğiyle alay edilerek,
örgüte kadın alınmadığını belirtmişlerdi. İşte Filip, kral olunca bu ağır
hakaretlerin bedelini Templar Şövalyeleri’ne ödetmeye karar vermişti. Kuşkusuz,
olayın bir de iktidarla olan bağlantısı vardır. Filip bu cengaver şövalyeleri
bir gün devirebileceğini biliyordu. 13 Ekim 1307 Cuma sabahı Filip’in gizli
polisi ülkedeki tüm Templar mabetlerini bastı. Yüzlerce şövalye hiç derinmeden
teslim oldu. Sonraki 6 gün işkence ve sorgularla geçti. Ancak hiçbir Templar
konuşmadı. Bunun bir taktik olduğunu sezinleyen Filip, dillere destan Templar
Hazinesi’ni ve bu gizli örgütün sırlarını eline geçiremeyeceğini anladığında iş
işten geçmişti: Altıncı gün ağır işkenceye dayanamayan iki cinsel şövalye,
Hazine’nin ve belgelerin kaçırılması için zaman kazanabilmek için direnmek
teslim olduklarını açıkladı. Aynı ikili ölmeden önce Templar şövalyelerinin
bilinenin tersine İsa’ya değil, Baphomet (Baphomet, keçi kafalı figürlü
Tapınakçılar’ın taptıkları puttur.) adını verdikleri şeytana taptıkları ve gizli
törenlerinde Haç’a tükürdüklerini ve karabüyü ve sihirle uğraştıklarını söyledi.
[2]
Tapınakçılar, zenginleşip güç kazanmaya başladıktan sonra yer altında yapılan
ayinlerden Kral Filip’in haberi olmakta ve yukarıda yazdığımız Cuma Baskını ile
tuttuklarını öldürmüştür. Jacques De Molay adlı şövalyelerin üstadı idam
edilmiştir ve 1700’lü yıllara kadar yer altında işlerini devam ettirmiştir ki
tek farkı Katoliklik mezhebini kabul etmeyen ülkelere kaçarak. Tarikata büyük
zarar veren bu olay, zaman geçse de unutmayacakları bir travma olmuş, bu
travmayı kullanarak ileride olacak şövalyeleri galeyana getirip terörizm için
fikri alt yapısını oluşturacaklardır. Masonların üstatları olan Tapınakçıların
taptıkları put ile alakalı yukarıda bahsettik, fakat daha geniş girmeyi lüzumlu
gördük. ‘Şeytana tapma suçlamaları yüz yıl sonra Tarikat 4. Filip/Philip
tarafından yargılanırken açık biçimde su yüzüne çıktı. Bu yedi yıllık dönemde
belki de Tarikat tarihinin en iyi belgelendirilmiş yıllarıdır ve aynı zamanda
onların Ortodoksluktan uzak inançlara sahip olduğu iddialarının da sesli bir
şekilde dile getirildiği dönemdir. Fransız yargıçlar Tarikat pratiklerinde iki
şeye odaklanmıştır: ‘kabul töreni ve Baphomet’ adlı bir puta taptıkları iddiası.
Kabul töreninde, yeni kardeşlerinin Tarikat’a yönelik sadakatlerini Haç’a
tükürerek, basarak ve işeyerek, ayrıca İsa’yı reddederek gösterdikleri iddia
edilir. Bunlar Filip’in uydurma suçlamalarında da yer almaktadır. Ancak Vatikan
arşivinde yakın tarihte bulunan Chinon Parşömeni adlı kaynağa göre gerçekten
şövalyeler haça tükürmüş ve İsa’yı reddetmişlerdir. 1308 tarihinde Chinon’da
sorgulanan Molay bu açık biçimde saygısız pratiklerin Tapınakçıyı, Saracenler’in
eline düştüğünde karşılaşabileceği cinsten işkencelere hazırlamak amacıyla
düzenlediğini ve böylece onu ‘kalbiyle olmasa da aklıyla’ dini reddetmeye hazır
hale getireceğini anlatmıştı.’ [3]
Evet yukarıda yazdığımız gibi hareketli basamaklardan geçen Templar
Şövalyeleri artık Fransa’da barınamayacaklarını ve Katolik mezhebini ret eden
ülkelerde faaliyetlerini devam ettirecek, kaçanlarda Jacques De Molay’ın
intikamını almak için yer altından işlere devam edecektir.
’21 Ocak 1793 sabahı Fransız Kralı 16. Louis, idam edilmek üzere Paris’in
Concord şehrine götürüldü. Giyotinin kurulu olduğu meydanda ayakta durdu ve
ölümünü seyretmek için gelenlere seslenmek için yüzünü döndü. Kendisini idam
için oy veren devrimci meclisi affettiğini söyledi ve kendisini celladın eline
bıraktı. Giyotin saat 10:15’te indi. Cellât Louis’in bedeninden ayrılmış
kafasını, öldüğünü göstermek için havaya kaldırdı. Kimi kaynaklara göre,
sonradan olan şey kalabalığı şaşkınlıklar içerisinde bıraktı: Bir adam
sıçrayarak meydana çıktı ve parmaklarını ölü kralın kanına batırdı. Elini havaya
kaldırdı ve şöyle bağırdı: ‘Jacques de Molay, intikamın alındı!’ kalabalık,
Tapınağın 1314 yılında kötü yola sapmış tarikatın son baş efendisine yapılan
gönderiyi hatırlattı ve alkışlandı. Birgün Tapınak Şövalyeleri’nin –Tarikatı
sapkınlık, kafirlik ve homoseksüellikle suçlayarak gözden düşüren- Fransız
hanedanından öcünü alacağı biçimdeki söylenti gerçek olmuştu. Zaten, Tapınak
Şövalyeleri’nin, Louis ve karısı Marie Antoinette hayatlarına son vermek
amacıyla 1789 yılında Fransa’yı sallayan devrimin kışkırtıcıları olduğu
söylentileri ayyuka çıkmıştı.’ [4]
Görüldüğü üzere Tapınak Şövalyelerinin XII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar
oluşmuş vakaları ve kurulduğu safhaları mülahhas/özetin özeti şeklinde tahrir
ettik. Fakat birkaç mevzua daha değinerek, kısaca da masonlardan bahsederek
makaleyi bitirmeyi ümit ediyoruz.
Tapınakçıların, senet/çek sistemini geliştirdiğini ve finans merkezi olduğunu
bazı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Tarih sahnesine çıktıları ilk dönem güvenilir
bankacılar olarak tanındılar ve aslı hakikatte Tapınak Avrupa’nın ilk
bankasıydı. Paranın bir Tapınak evine yatırılıp başka birinden çekilebildiği bir
kredi mektupları sistemi geliştirdiler. Yatırılan paralar tapınakçıların sağlam
binalarında güvence altında oluyordu. Örnek vermek gerekirse, Outremer’deki bazı
kaleleri öyle iyi korunuyordu ki, zapt edilmesi mümkün değildi.
Masonluk teşkilatı, Tapınakçıların mirasçısı olup onların bıraktığı bu gizli
örgütün devamı niteliğinde olup gerektiği kadar değer atfederek ilerleme kat
etmiş ve günümüz dünyasında her sektörde elleri ve kolları olan teşkilat halini
almıştır. Bizim ilgi alanımıza giren, Dünya Masonluğu değil de Türkiye üzerinde
masonluk tarihi üzerinde kısaca iktibas edeceğiz. Etmeden önce şu bilgileri
vermekten geçemeyeceğiz; Masonluğun kurucu olarak bilinen Hiram Usta, gizemli
sırlarını öğrencilere derecelerine göre verirken, çırak öğrenci, usta öğrencinin
öğretilerini öğrenmek istemiş ve Hiram Usta’da vermeyince hançerleyerek
öldürmüştür. Bir akasya ağacı altında gömülü bulunmaktadır. Bu ağaçta masonlarda
kutsal kabul edilerek 3.dereceden mason olanları bu ağacın dalıyla takdis
ederlerdi. Gelin kendisi mason olmuş fakat sonradan çıkarak aleyhlerinde yazmış
Leo Taxil’den dinleyelim:
‘…Çok muhterem birinci mubassır kardeş, masonluk hakkında kalfalıktan fazla
malumata malik misiniz?’
Birinci mubassır:
‘-Tecrübe ediniz!.’
Pek muhterem:
‘-Üstad mısınız?’
Birinci mubassır:
‘-Akasyayı tanırım!
Pek muhterem:
‘-Kaç yaşındasınız?’
Birinci mubassır:
‘Beş yaşımda ve daha fazla.’
Pek muhterem:
‘- Çok muhterem ikinci mubassır kardeş, üstatlar saat kaçta çalışmaya başlar?’
İkinci mubassır:
‘- Öğle vaktinde, pek muhterem.’
Pek muhterem:
‘- Peki saat kaçtır?’
İkinci mubassır:
‘- Öğle vaktidir.’ … [5]
Görüldüğü üzere akasya ağacı masonlarda kutsal kabul edilmiş ve bunun sebebi
de Hiram ustanın gömülü olduğu yerin başında Akasya ağacı olduğudur. Biz bunları
yazarken beynimize hücum eden bilgilerin hepsini yazamayacağımıza göre,
özetleyerek ve kısa geçmek daha uygun olacaktır.
Masonluk teşkilatına Taxil’e göre, girilmesi zor olup, sıradan insanı
kapısından dahi geçirmediği gibi bazen yüksek maaşlı ameleyi kendi bünyesine
katarak kendi emellerinde kullanabiliyordu. Cemiyete yabancı olan kişilere,
harici denilmekte ve teşkilata bu harici yabancı sayılmakta, locaya
sokulmamaktadır. Taxil, masonluğa girmeyi ifade ettiği gibi kısaca üstünden
geçelim; yeni mason olacak kişi bir mason üstadı tarafından tavsiye edilmekte ve
varlıklı, makam sahibi veyahut sağlık müesseselerinde yetkili kişi olacaktır ki
siyaseti saymaya gerek bile yoktur. Namzedi yani yeni mason olacak şahsı
‘tefekkür odası’ denilen bir odaya koyarak ondan vasıyyetinin yazılmasını
istenir. Bir masada kalem, defter ve gerçek bir kafatasından başka bir şey
yoktur. Lakin odada bulunan ufak bir kamerayla neler yaptığını izlemekte ve
yüksek rütbeli masonlar tarafından izlenmektedir. Bu oda onun son şansıdır ki
vazgeçme şansı verilecek eğer isterse içeri girmeden çıkıp gidebilecektir.
Gerçek kafatası koyulmasının manası ise, eğer bize itaat etmeyip sırlarımızı
ifşa edersen bu yazdığın vasiyetin son yazın olur ve buradaki kafatası yerine
senin kafatasını koyarız, gibisinden mesaj vermektedir. Bu odada işi bitince,
Leo Taxil’in ‘Masonların Esrarı’ eserinde detaylı olarak verdiği üye olma
protokolleri işleyecektir. Gözleri kapalıyken yaptığı yeminden bilahare bütün
masonlar kılıçlarını namzedin boğazına dayarak ‘bizim sırlarımızı ifşa edersen,
bize ihanet edersen bu kılıcı boğazına sokarız’ sözlerini etmektedir. Sonra
kendi rütbesindeki masonlarla bütün işlerini halledecek mesajları ve gizli
şifreleri öğrenmektedir. Bu teşkilata girdikten sonra 18.dereceye kadar istersen
çıkma gibi bir yetki vermektedir, çünkü bu dereceden sonra ‘DEİZM’ dediğimiz
inanca sahip olmakta ve gizli sırları öğrenmektedir. Kendi aralarına asla
yabancı sızamayacaklarını bilmekte ve ona göre ayinlerini yapmaktadırlar. Fakat
girdikten sonra cemiyetten çıkıp aleyhlerine yazı yazanlar veya sırları ifşa
edenleri sessiz sedasız kılıfına uydurarak öldürmektedir ki Yahudi asıllı iş
adamı Üzeyir Garih’in ölümü hala muammada kalmaktadır. ‘Gözleri Tamamen Kapalı’
filminde de bu konu işlenmektedir ve gerçeklik payı bulunmaktadır.
Şimdi Türkiye’de başlayan Masonlara gelelim: ‘Üçüncü Ahmet zamanında ikinci
meşrutiyetin ilanı tarihi olan 1908 senesine kadar iki asır müddetçe muhtelif
yabancı memleketlerdeki merkezlere bağlı olarak birçok ecnebi mason locaları
memleketimizde faaliyette bulunmakta ve içtimai mevkilere yüksek birçok Türk
münevverleri de bu localara intisap etmektedir.
…Türkiye’deki masonluk tarihi üzerinde yapılan tetkikleri yapmak için, mevzuu
dört devreye ayırarak mütalaa etmek lazım gelmektedir:
Birinci Devre: 1909 senesinden önceki devre. Yani Türkiye’de Milli bir Türk
masonluğu teşkilatı kurulmazdan önceki, Üçüncü Sultan Ahmet zamanından başlayıp
meşrutiyetin ilanına kadar devam eden (200) senelik devre…
İkinci Devre: 1909 senesinde 1935 senesine kadar devam eden 27 yıllık devre…
yani meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Milli Türk Masonluğu teşkilatının
bütün çalışma safhalarını ihtiva eden ve bilahare uykuya girip faaliyetini
muvakkaten durdurmasına kadar geçen devre.
Üçüncü Devre: 1935 senesinden 1948 senesine kadarki 14 senelik yıllık devre…
Yani Türkiye’de masonluğun uykuya girmesi hadisesiyle tekrar faaliyete başlaması
arasında geçen devre.
Dördüncü Devre: 1948 yılından bugüne kadar olan 10 senelik devre ve 14
senelik bir fasılayı müteakip Türkiye Masonluğu teşkilatının yeniden faaliyete
geçmesinden itibaren başlayan ve devam eden son devre…
Türklerde ilk bilinen mason Yirmisekiz Mehmet Çelebi zade Sait
Çelebi’dir. Sait Çelebi daha sonra Birinci Sultan Mahmut devrinde 1732’de
İsveççe, 1741’de Fransa’ya elçi olarak gitmiş ve nihayet üçüncü Sultan Osman
zamanında 1755 senesinde beş buçuk ay kadar Sadrazam dolayısıyla vezirlik
payesiyle Paşa olmuştur. Binaenaleyh tarihinin tanıdığı bu unvan ile
zikredersek, Sait Paşa tanıdığımız ilk mason diyebiliriz. Kendisi 1761’de
Maraş’ta ölmüştür.
Yine bu ilk masonlar olarak bildiğimiz bir zat da Kumbaracı Ahmet Paşa
(1675-1742)’dır ki, aslen Fransız asilzadelerinden olup ismi Comt de
Bonneval’dır. Fransa’dan 14. Louis’in zamanında gördüğü hakaret üzerine kaçıp
evvela Avusturya ve sonra da 1729’da, Üçüncü Sultan Ahmed’in zamanında Türkiye
hizmetine girmiş, askeri mühendishanemizin temelini kurmuş, Müslümanlığı kabul
etmiş ve nihayet Kumbaracı Başı ve Paşa olmuştu.’ [6]
‘…Masonluğun başlangıcını Kırım muharebesinden (1853-1856) sonraya
almaktadır. Bu itibarla Ser Mahfili İkinci Mahmud devrinde değil, Abdülaziz
zamanında açılmıştır.
O zamanlar henüz veliahd olan 33.Osmanlı padişahı Sultan V. Murad dahi bu
locada mason olmuş ve 18.dereceye kadar yükselmişti.
Ser mahfilinin üstadı, o zaman İstanbul’da İran Büyükelçisi olan Muhsin Han
idi. Muhsin Han bu locayı Sultan İkinci Abdülhamid (1876-1909) devrinde de bütün
tehlikelere ve büyük tazyiklere rağmen kısmen idare ve idame edebilmiş, fakat
sonraları sarayın müthiş ve amansız takibatı neticesinde bu loca da 1892
senesinde dağılmak mecburiyetinde kalmıştır. [7]
-Görüldüğü üzere Masonik yapılanma Türkiye Tarihinde derinden başlayıp adeta
göle damlayan halkalar halinde etki yaratmıştır. Türkiye’deki masonlar
genellikle doktor, hukukçu ve siyasetçi üzerinden üye alımı yapıyordu.
‘İstanbul’daki ilk resmi masonik toplantıların, Yüksek Şuranın kuruluşu
sırasında Beyoğlu’nda Splandit kahvehanesinde üstündeki Tokatlıyan otelinin
salonunda, Büyük Maşrık’ın kuruluşunda da Galata’da Norandukyan Hanımda
müteakiben Beyoğlu’nda Hacopulos çarşısının üstündeki ecnebi locaların
toplandığı mahalde yapıldığını, daha sonra Beyoğlu’nda Koloğlu sokağında bir
binaya geçilmişti. Bilahare Şişhane Karakolu civarında bir binada ve bundan
sonra Taksim taraflarında bir yerde çalışılmış, nihayet Beyoğlu’nda Telgraf
sokağında 15 numaralı binaya taşınılmıştır ki, bu binada hayli uzun müddet
kalınmıştır. En sonunda yine Polonya sokağındaki 25 numaralı büyük bir bina
satın alınıp tamir ve tadil edilmiş ve 5 Nisan 1929 tarihinde küşat resmi
yapılmak suretiyle kendi malımız olan geniş ve müteaddit salonları ihtiva eden
güzel bir lokale kavuşmuştur. [8]
Kısaca masonların din anlayışına dair iki kelam etmek gerekirse, mason olmak
için bir dine tabiiyeti gerektirmektedir. Fakat 18.dereceden sonra deizm
inancını benimsemek için önüne tepsi sunacaklar. Benimsemeyenler aynı pozisyonda
kalıp diğerleri ise devam ettiği gibi sırlara vâkıf olacaktır. Ayrıca, Mason
duvar ustası anlamına geldiği için kainatı bir sanat eseri olarak görmekte ve
Tanrıyı ‘Kainat’ın Ulu Mimarı’ olarak hitap etmektedirler. Kader inançlarında
ise Tanrının bu evreni yarattıktan sonra insanı başı boş bırakılıp kaderini
kendisi tayin için, serbest bıraktığına inanırlar. Halbuki bu İslam dinine
aykırıdır, ‘Oysaki insan başı boş bırakılacağını mı sanır? (Kıyamet
Suresi/36.ayet).
Uzun lafın kısası Masonlar, Tapınak Şövalyelerin mirasçısı olmakla beraber
külliyat olarak sayarsak 12.yüzyıldan günümüze kadar varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Aralarda boşluklar oluşsa bile yer altına çekilip uygun zamanı
bulduktan ba’del tekrardan faal hale geçtiler. Günümüzde Taksim’de bulunan Hür
ve Kabul Edilmiş Mason Locası hâlâ faaliyetlerine devam etmekte, masonların
varlıkları 18. yüzyıldan bu yana ale’l-âde gözükülmektedir. Farklı ritüellere
sahip olan masonların, büyük toplantıları yedinci ayin yedinci gününde yedinci
saatinde yedi büyük locadan yedi büyük masonlar yedi şamdanla beraber toplantı
yaptıkları söylenmektedir. Sultan III. Ahmed zamanında Türkiye üzerinde harekete
geçen masonlar, günümüze kadar ulaşmaktadır. Tahrir ve tahlil ettiğimiz bu konu,
hacminden fazla sahifelere yer açacağından dolayı özetleyerek okyanusta damla
misali bahsettik.
Kaynaklar
[1] Martin,Tapınak Şövalyeleri:11.
[2] Altındal, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri:58-59.
[3] Martin, Tapınak Şövalyeleri:109-110.
[4] Martin, Tapınak Şövalyeleri,2009:7-8
[5] Leo Taxil, Masonların Esrarı,2008:117.
[6] Apak, Türkiye’deki Masonluk Tarihi,1958: 12-13-18-20.
[7] Apak, Türkiye’deki Masonların Tarihi:24.
[8] Apak, Türkiye’deki Masonluk Tarihi: 81.
Bu sayfa hakkındaki yorumlar:
Yorumu gönderen: Mustafa, 13.12.2018, 16:29 (UTC): Emeğinize sağlık uzun ve açıklayıcı olmuş. Teşekkürler. |
|
Bu sayfa hakkında yorum ekle: